Fatih Sultan Mehmed Han devrindeyiz. Padişah kendisine saray yaptırmayı arzu etmiş ve isteğine uygun bir plân çizdirdikten sonra yapım işini, bu sahada şöhreti olan Hıristiyan bir mimara havale etmişti.
Hıristiyan mimar, mesleğinde gerçekten ehildi. Padişahın çizdirdiği plân üzerinde teknik bakımından ufak tefek değişiklikler yapmayı uy gün görmüştü. Yaptığı bu değişiklikleri, Padişaha bildirmeye lüzum bile duymamıştı.
Nihayet sarayın yapım işi tamamlandı Fatih, binayı gezerken yapının kendi verdiği ölçülerden daha farklı inşa edildiğinin hemen farkına vardı. Bu durum onun mimara iyice içerlemesine ve öfkelenmesine sebep olmuştu.
Kendisine haber verilip izni alınmadan proje üzerinde nasıl tasarruf yapılabilirdi? Mimar, hangi cüretle Padişahın arzusunu hiçe sayıp binayı kendi arzusuna göre inşa etmişti? Bu, Hıristiyan bir mimarın, Müslüman devlet reisini küstahça hiçe sayışı ve saygısızlıkların en büyüğü değil miydi?
Hatırına gelen bu gibi düşünceler sebebiyle öfkesi daha da artan Padişah, Hıristiyan mimarın elinin kesilmesini emretti. Emrin gereği derhal yerine getirilerek mimarın eli kesildi.
Hıristiyan mimarın, hak etmediğini düşündüğü bu ağır ceza karşısında mahkemeye başvurup hakkını aramaktan başka hiçbir çaresi kalmamıştı. Durumu Kadıya anlatarak, Padişahtan şikâyetçi olduğunu bildirdi. Bu talep üzerine derhal dâva açıldı. Padişah, Hıristiyan mimarla yan yana zamanın Kadısı Hızır Bey'in huzuruna çıktılar.
Karşılıklı sorgular yapılarak şahitler dinlendi ve nihayet dâva karara kaldı.
Karar günü herkes heyecanlıydı. Kadı ne hüküm verecekti acaba? Merakla bekliyorlardı. Kadı Hızır Bey, nihayet verdiği karan açıklamaya başladı:
Ortada Hıristiyan mimarın elinin kesilmesini gerektirecek büyüklükte bir suç bulunmadığı gerekçesiyle davacıyı haklı buluyor ve kısas olarak Padişahın da cezalandırılmasına hükmediyordu.
Ayakta kararın tebliğini bekleyen Padişah, kan ter içinde kalmıştı. Karan dinleyen herkes de âdeta donmuştu. Fakat ne diyebilirlerdi ki.. Kanun hükmü böyleydi. Kanunlar önünde boyunlar kıldan inceydi.
Devlet adamları, cezanın para cezasına çevrilmesi için Kadı'ya ricada bulundular. Fakat Kadı'nın, verdiği hükümden dönmeye, hatır gönül dinlemeye hiç niyeti yoktu. Hak yerini bulmalı, suç işleyen cezasını çekmeliydi.
Dünya adalet tarihinde benzeri görülmemiş bir manzaraydı bu. Bir devlet reisini, idaresi altındaki birine karşı işlediği haksızlıktan dolayı sorguya çekmek ve mahkûm etmek... Avrupa tarihi, idarecilerin idare edilenlere karşı işledikleri binlerce zulüm ve adaletsizlik tablolarını destanlaştırılırken, İslâm tarihinde bunun gibi binlerce olay vardır.
Nitekim, Hıristiyan mimar da, bu adalet anlayışı karşısında heyecana gelmiş ve hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Ağzından, hıçkırıklar arasında şehâdet kelimeleri dökülüyordu.
İslâm adaleti karşısında Müslüman olan mimar, Padişahı affettiğini bildirdi. Böylece dâva düşmüş oldu.
İşin bu şekilde tatlıya bağlanmasına herkes memnun olmakla beraber, en çok sevinen Padişah olmuştu. Zira hem cezanın infazından kurtulmuş; hem de Hıristiyan mimar İslam'a girerek ahirette sonsuz bir mutluluğa nail olmuştu.
Bu yüzden onu pek çok ihsanlarla mükâfatlandırdı ve güzel bir makama tayin etti.
İşte sultanlara bile önünde boyun eğdiren İslâm adaleti...
İşte hiçbir din ve ırk farkı gözetilmeden herkese eşit uygulanan kanun hâkimiyeti...
İşte, yargıda gerçek bir tarafsızlık ve bağımsızlık örneği... |