Sene Miladi 636.
Bizanslılar, İslâm orduları karşısında yenilgi üstüne yenilgi almaktalar. İmparator hiddetten köpürmekte, öfkeden sinir krizleri geçirmekte. Koskoca Bizans İmparatorluğunu sarsıp perişan edenler, gerçek ten daha düne kadar bedevi bir hayat yaşayan bu çöl adamları mıydı? Olacak iş miydi bu? Yanındakilere sık sık soruyordu:
- Neden bunların karşısında duramıyorsunuz? İslâm ordularının ilerlemesine neden mâni olamıyorsunuz?
Her seferinde aldığı cevap aynı idi:
- Müslümanların maneviyatı bizden çok kuvvetli, haşmetli imparatorumuz! Geceleri birer âbid iken, gündüzleri ise yılmaz ve yıkılmaz birer kahraman kesiliyorlar. Fethettikleri beldelerde hiç kimseye zulmetmiyorlar. Birbirlerine kardeş muamelesi yapıyorlar...
Gerçekten alınan beldeler, yalnız kılıç zoru ve bilek kuvvetiyle zapt edilmemişti. İslâm'ın adalet ve hakkaniyet anlayışını görenler veya duyanlar, fazla zorluk çıkarmadan İslâm ordularına teslim oluyorlardı.
Müslümanların girdikleri ülkelerde göster- dikleri âdilâne davranış, halkı son derece memnun etmiş ve İslâm idaresine içten ve gönülden bağlamıştı.
Bizans İmparatoru için artık talihini bir kere daha denemekten başka çare kalmamıştı. Bu- yük bir askerî harekâta girişmek üzere, Antakya civarına çok sayıda asker yığmaya başladı. Bizans, bütün kuvvetini ortaya koyuyordu. Durum oldukça kritikti.
O sırada İslâm ordusu, daha yeni fethettiği Humus bölgesinde bulunmaktaydı. Ordu kumandanı Ebu Ubeyde, vaziyetten haberdar olur olmaz, derhal subaylarını ve kumandanlarını toplayarak bir danışma meclisi teşkil etti.
Müzakereler esnasında bazıları, kadın v çocukları şehirde bırakarak düşmanı dışarıda karşılamayı önerdiler. Diğer bir kısmı ise, bu fikre taraftar olmadılar. Baş kumandan Ebu Ubeyde:
- Öyle ise ahaliyi şehirden çıkaralım," diye yeni bir fikir ileri sürdü. Fakat kumandanlarda
bir kısmı, bu fikre karşı çıkarak şöyle dediler:
- Hayır, bunu yapmaya hakkımız yok. Biz ahaliye, barış ve asayiş içinde yaşatmak şartıyla
koruma garantisi verdik. Bu taahhüdümüzü ir.
lal edemeyiz.
Nihayet oy birliğiyle, Şam'a dönülmeye karar verildi. Ebu Ubeyde, ordunun Hazinedarını çağırarak, Humus'taki halktan cizye (vergi) olarak alınan paraların iade edilmesini emretti Emrin sebebini de şöyle açıkladı:
— Bizler vergiyi onlardan, kendilerini düşmanlarına karşı savunmak için almıştık. Mademki himaye edemeyeceğiz; paralarını iade ederek kendilerini himaye edemeyecek durumda olduğumuzu bildirmemiz lâzımdır.
Toplanmış olan yüz binlerce altın, derhal gayr-i Müslim ahaliye dağıtıldı. Halk, Müslümanların bu hareketinden son derece duygulanmış ve "inşallah tekrar döner, bize yeniden hâkim olursunuz" diye candan ve gönülden dileklerde bulunmuşlardı.
İslâm ordusu bu hareketi yalnız Humus'ta değil, önce fethedip sonra çekilmek zorunda kaldığı bütün beldelerde tatbik etmiştir.
Dünya tarihinde hâkimiyeti altına aldığı şehirlerden himaye şartıyla topladığı vergileri, şehri koruma imkânı kalmadığı zaman, ahaliye geri ödeyen bir başka adalet anlayışı gösterebilir mi?
Dünyada hangi millet başka bir devletin hâkimiyeti altına girmeyi can ü gönülden arzu eder!
İşte ancak İslâm'ın adaletli yönetimidir ki birçok milletleri kendi rızalarıyla hâkimiyeti altına almış ve asırlar boyunca onlara bağımsızlık isteğini aratmamıştır. |