Fatih Sultan Mehmed Han, Bizans İmparatorluğu'nu yıkıp İstanbul'u fethettikten sonra, Bizanslı Rumlara dinî, iktisadî pek çok imtiyazlar tanımıştı. Fakat Rumlar, bu imtiyazları kâfi bulmuyorlar, yargı alanında da bağımsızlık istiyorlardı. Kendi dâvalarının kendilerinin kuracağı mahkemelerde görülmesini talep ediyorlardı.
Bir gün piskoposlar, Padişaha gelerek bu isteklerini bildirdiler. Fatih, onlara şu teklifi yaptı:
- Peki, teklifinizi prensip olarak kabul ediyorum. Ancak daha evvel bizim yargı sistemimizi bir kere görüp, tetkik edin, ondan sonra bu teklifte ısrarlı olup olmadığınızı bir daha konuşalım.
Piskoposlar, önce Üsküdar mahkemesine ettiler. Orada at satışı ile ilgili bir dâva vardı. Dâva konusu şu idi:
Davacı olan şahıs, dâva ettiği adamdan dâva gününden bir gün önce bir at satın almıştı.Ama yapmış oldukları anlaşma gereğince, şayet aynı günün akşamına kadar atta bir hastalık veya kusur olduğu ortaya çıkarsa, alıcı, atı satıcıya geri iade edebilecekti.
O gün daha akşam olmadan at hastalanmış, ne var ki atı satan şahıs atın hastalığına bahane-er bulup, atı geri almak istememişti. Bunun üzerine atı satın alan adam, derhal mahkemeye Başvurmuştu. Bu sefer de mahkemeyi kapalı bulmuştu. Zira hâkim, bir cenazeye gitmek üzere mahkemeyi kapatıp çıkmıştı. Akşam at ölmüş, aradan bir gün geçtiği için de, anlaşmanın hükmü ortadan kalkmıştı. Bu durumda haklı olan kimdi?
Olayın cereyan tarzını dinleyen hâkim:
- Kabahat sizde değil, bendedir. Zira eğer dün mahkemede bulunsa idim, haklı haksız meydana çıkacak, tarafların zarara uğraması söz konusu olmayacaktı, şeklinde karar verdi ve atın j parasını çıkararak mağdur olan alıcıya ödedi.
Bu manzara piskoposları şaşkınlık ve hayret j içinde bırakmıştı.
Piskoposlar daha sonra Kütahya'ya geçerek iki kardeş arasında açılan bir arazi dâvasını dinlediler. Ve önceki gibi adalete en uygun bir kararın verildiğini gördüler.
Kütahya'dan sonra Konya'ya geçtiler. Konya mahkemesinde, biri Venedikli, öteki Konyalı iki tüccar arasında cereyan eden bir ticaret dâvasına tanık oldular. Konyalı tüccar, Venedikliye kumaş ısmarlamış, kendisine gönderilmek üzere gemiye yüklenilmesin! istemişti.
Venedikli de mallan gemiye yükleyerek yola çıkarmıştı. Ne var ki gemiler yolda fırtınada batmıştı.
Bu durum karşısında Venedikli tüccar:
- Ben Konyalının talebini yeri getirdim, mallarını ona gönderdim, diye malların parasını istiyor; Konyalı ise, mallan teslim almadığını ileri sürerek bedeli ödememekte ısrar ediyordu.
Hâkim, iki taran da dinledikten sonra, şu-karara vardı:
- Venedikli, Konyalının talebi üzerine mallarını gemiye yükleyip göndermiştir. Geminin batıp batmaması elinde olmadığından, Konyalı malın bedelini ödemek zorundadır.
Venedikli bu karar karşısında hayrete düşmüş ve:
- Bizim de ticaret kanunlarımız var. Fakat hiçbir zaman Venedikli bir hâkim, bir Müslüman’a karşı Venedikli bir Hıristiyan mahkum etmez. Sizin adaletinize hayranım, diyerek orada Müslümanlığı kabul etmişti.
Bu muhteşem tabloyu da seyreden Piskoposlar, daha fazla dolaşmaya lüzum görmeyerek geri döndüler. Fatih'in huzuruna çıkarak şöyle dediler:
- Biz teklifimizi geri alıyoruz. Osmanlı mahkemelerinde yargılanmaya razıyız. Böylelikle adaletin en iyi şekilde tecelli edeceğine kanaat getirdik... |