Malazgirt Savaşı, İslâm âleminin kaderiyle yakından alâkalı bir savaştı. Ya kazanılıp Bizans'ın kolu kanadı kırılacak, İslâm ülkeleri üzerinde beslediği kötü niyetler önlenecek ve Anadolu'nun İslâm fetihlerine açılması tam olarak gerçekleşecekti. Yahut da bunun tersi olacaktı. İslâm âlemi de bu önemli neticenin farkındaydı.
Bizans Ordusu, Alparslan'ın ordusundan asker sayısı ve harp malzemesi yönünden çok üstün vaziyetteydi. Bu durumdan Alparslan endişe duyuyordu. Fakat teselli bulduğu nokta şuydu ki, gerek askerleri, gerek kumandanla aynı ülkü ve gaye etrafında birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmişlerdi. Hepsinin de bağlandığı ilke şuydu:
"Allah yolunda şehid veya gazi olmak" "İ'lâ-yı Kelimetullah için düşmanla savaşmak."
Üstelik arkalarında bütün İslâm âleminin maddî ve mânevi desteği de vardı. Halife, bizzat bütün İslâm ülkelerine, camilerde okunmak üzere şu hutbe ve dua metnini yollamıştı.
"Allahım! İslâm sancağını yükselt ve İslam’a yardım et. Şirkin başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle onu mahvet! Sana itaat yolunda canlarını feda edip, kanlarını sana kulluk için esirgemeyen mücahitleri, kuvvetlendirerek yurtlarını emniyet ve zaferle doldur. Yardım ve inayetini İslâm ordularından eksik etme... Müminlerin Emîrinin açık bir delili olan Şehinşâhü'l-A'zam'ın (Alparslan'ın) senden dileğine yardımını esirgeme ki O, bu sayede Senin hükmünü yürür, sânını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabil-sin. Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek kin onu, lütuf desteğinden mahrum etme.
Rabbim, O, nasıl Senin dâvetine uyup dininin korunmasında gevşeklik göstermeden emirlerine boyun eğmiş ve düşmanlarına bizzat karşı koyarak İslâm'a hizmet için geceyi gündüze katmışsa, Sen de ona zafer kısmet eyle. Dileklerinde ona yardımcı ol.Kaza ve kaderini onun lehine tecellî ettir.Onu öyle bir koruyucu zırh ile kuşat ki, düşmanların her türlü kinlerini def etsin ve lütfunla bu koruyucu, onu en sağlam ellerle muhafaza etsin. Yapmak istediği her şeyi ona kolay kıl. Tâ ki onun kutsal cihadı, zaferden ışık alsın.
Ey Müslümanlar, doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah'tan korkan temiz kalplerle ve ihlâs bahçesinden kısmet alan inançlarla, onun için Rabbinize yalvarıp yakarınız! Çünkü noksanlardan uzak olan yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed, onlara 'duanız olmasa Rabbim size niçin değer versin de ..." (Fürkan sûresi, âyet:77)
Onun güçlü ve kuvvetli olarak düşmanlarını yenmesi, sancağını yükseltip zaferlerin en son derecesine erişmesi ve gayesine nail olması hususunda Allah'a dua ve niyazda bulununuz.
Allah'ım, onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve şirki, onun önünde ona boyun eğdir!"
Bu hutbe, bütün İslâm dünyasında okunmuş ve aynı anda yüz binlerce el, Selçuklu Sultanının zaferine dua için semaya kalkmıştır.
Ne ulvî ve haşmetli manzara...
O gün İslâm kardeşliği duygusu bütün benlikleri kaplamış, bütün gönüller aynı ruh ve îmanla çarpmıştır.
Anadolu'nun kapısını İslâmiyet’e açacak olan bu savaşın mübarek kahramanları arasında, Türklerin haricinde, birçok Müslüman devletlerin askerleri de vardı. Pek çok Müslüman Kürt beyleri ve Arap emirleri, bu büyük cihad için Alparslan'ın emrine girmişlerdi. Bütün insanları ırk, renk, dil gibi farklılık unsurlarını bir tarafa bıraktırarak ulvî bir ideal ve evrensel bir gaye etrafında toplayan İslâmiyet, Malazgirt ovasında da Türk'ü, Kürd'ü, Arab'ı aynı ülkü etrafında omuz omuza kenetlemişti. İdeal: Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın ismini cihana yaymak ve yüceltmekti...
Daha önce, Alparslan'ın imamı Buhâralı Mehmed bin Abdil-Melik, Sultan'a şu teklifte bulunmuştu:
- Ey Sultan! Sen, Allah'ın zafer va'deylediği İslâmiyet uğrunda cihad yapıyorsun. Bütün Müslümanların, minberlerde dua ettiği Cuma günü savaşa giriş. Ben Allah'ın, zaferi senin adına yazdığına inanıyorum.
Alparslan da bu teklifi gayet yerinde bulmuş ve savaşı binlerce Müslüman’ın ellerinin yardım ve zafer dualarıyla semaya doğru uzandığı, Cuma namazı sonrasına bırakmıştı.
Cuma namazı kılındıktan sonra Alparslan, beyazlar giyindi, atından inerek secdeye kapandı, Allah'a şu şekilde niyazda bulundu:
"Ya Rabbi, Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum.
Ey Rabbim, niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa, beni kahret. Eğer kalbimdeki düşüncelerimi bu dilimle söylediğim sözlerime uygun bulursan, düşmanlara karşı giriştiğim bu mücadelede benden yardımını esirgeme, her zorluğu bana kolay yap.."
Bu niyazdan sonra başını secdeden kaldırarak beylerine ve askerlerine hitaben şu muhteşem konuşmasını yaptı:
"Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader tamamıyla O'nun elindedir. Bu sebeple, benimle birlikte savaşmakta ya da savaşmamakta serbestsiniz."
Bu yürekten kopup gelen îman ve ihlâs dolu sözler, askerleri ve kumandanları coşturmaya yetmişti. Hep bir ağızdan "Asla emrinden ayrıl mayacağız Sultanım!" diye karşılık verdiler.
Artık ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Sevinç içinde ağlaşanlar, birbirlerinden helâlık dileyenler, Allah'a bütün samimiyetleriyle yalvarıp yakaranlar...
Bu arada son hazırlıklarını da tamamlayan Sultan, atına bindi ve askerlerine son söz olarak şu hitabı yapa:
"Ey askerlerim, eğer şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Melikşah'ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır."
İşte Malazgirt meydan savaşı bu îman, bu ruh ve bu manevî potansiyelle kazanılmış, Müslüman Türklere Anadolu'yu vatan yapacak olan fetihlerin anahtarı hükmündeki bu muhteşem zafer, böyle parlak bir îman ve kahramanlıkla destanlaştırılmıştır. |