MERHABA BEN MURAT CAN ŞANLI TARİHİMİZİ ÖĞRENMEK İSTİYORSANIZ DOĞRU YERDESİNİZ... (sitede görünen reklamların sitemizle ilgisi yoktur...)

   
 
  OSMANLI DA KADIN

 

 
  İslamiyet öncesi Türk toplumu kan akrabalığını bağlı nispeten küçük ailenin yer aldığı göçebe , savaşçı, sürekli hareket halinde olan bir yapıya sahipti. Umay Günay Türklerin “atlı göçebe, İslimi yerleşik dönem” ve “batılılaşma” diye üç farklı kültür dairesine bağlı olduğunu ve bunların her birinin de temel kurallar, değerler bütününün birbirinden farklı olduğunu söylüyor. İlk devir hakkında ayrıntılı bilgi veren eski Türk destan ve hitabelerinde kadın ve erkek birbirini tamamlayan ahenkli bir aile hayatının bireyleri olarak sunuluyor. Bu yönüyle Türk ailesi aile reisinin adeta mülk sayılan aile fertleri üzerinde kesin otoriteye sahip olduğu geniş aile tiplerine benzemez. Ata binen, ok atan, güreş gibi ağır sporlar yapan, savaşlara katılan kadın toplumsal hayatta da hak ettiği itibara ve güce sahip oluyor. Bu yüzden olsa gerek evlenecek kızlarda klasik ölçülerin dışında onların ata binme ve silah kullanmada mahir olup olmadığı şartı aranıyor. Aile hukuku, mülkiyet konuları Orhun Kitabelerinde de belirtildiği gibi, kurallara bağlanıyor. Sözgelimi evlilik durumunda annenin onayı şart koşuluyor. Her ne kadar toplumsal sahada erkeğin ağırlığı hissedilse de siyasi kararlarda Hakanın yanında Hatununun da itibar ve sorumluluğu var. Tüm bunlar dikkate alınırsa eski Türk kadın ve kızlarının zamanın tüm toplumlardaki, hatta Osmanlıdaki hemcinsleriyle mukayese edildiğinde imrenilecek konumda oldukları görülüyor.
         Osmanlıda kadının İslam dünyasındaki ve İslam öncesi Türk kadınıyla ele alıp değerlendirmek lazım. Bu faktörlere İslam öncesi Türk geleneklerinin taşrada,  İslam sonrası kural ve uygulamaların, Arap-Fars kültür ve medeniyetinin tesiriyle daha ziyade saray çevresinde, İstanbul gibi büyük kentlerde etkin olduğu göze çarpmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, göçebe toplumu gitgide yerleşik ziraata dayalı bir hayat tarzına geçmesiyle Türk aile yapısında kadının aleyhinde gelişmeler olmuştur. Buna yoğun kültürel etkileşim içine girilen Bizans ve yunan kültürünün, aile içinde kadının hak ve etkinliğini bütünüyle kısıtlayan ataerkil geniş aile yapısının etkisini de eklersek, Osmanlıda kadın erkek ilişkilerinde kadın aleyhine işleyen süreci kavramada zorluk çekmeyiz.
        
I-OSMANLI SARAYINDA KADIN:
14.ve  15. Yüzyıllarda Osmanoğulları hanedanına mensup türk padişah ve şehzadeleri Anadolu beylikleri hanedanlarından bazen Hıristiyan hükümdar ailelerinden kız alırdı. Padişahlar birçok mahsuru olduğu için İstanbullu ailelerden kız almaktan, akraba olmaktan çekiniyorlardı. “sultan”denen Osmanlı prensesleri ise, ileri gelen türk devlet adamlarıyla evlendiriliyordu. Osmanlı hanedanına mensup bir sultanla bir şehzadenin evlenmesi çok az görülen bir olaydı.
Osmanlı devlet hanedanının kadın üyesine yani padişah ve şehzade kızına önceleri “hatun” 15. yüzyıldan itibaren “sultan” denmiş ve böylece devam edip gitmiştir. Ayşe Sultan,Fatma Sultan gibi sultanlar .  Türk imparatorluk prensesleridir. Sultanların oğullarına suttan-zade, kocalarına damat denirdi. Damatlar ve sultan zadelere eğer paşa değiller ise beyefendi diye hitap edilirdi. Bunlar sultanlarla meşe zadelerle konuşurlarken efendimiz diye hitap ederlerdi. Padişah zevcesi olmak üzere hazırlanan cariyeler küçük çocukken saraya alınırdı kusursuz güzel olmaları şarttı. Derhal eğitim ve öğretimlerine başlanır, İslam dinini, saray geleneklerini, güzel konuşmasını öğrenirlerdi. Musiki, edebiyat,yabancı dil , raks , hattatlık, nakış öğrenenlerde  çoktu. Henüz padişah huzuruna çıkmayan eğitimini tamamlamamış cariyelere “acemi kız” denirdi.
Padişah zevceliğine yükselen “haseki” 18. Yüzyıldan başlayarak “kadınefendi” denirdi. Kadınefendiler, bir çeşit kraliçe sayılır fakat asla imparatoriçe sayılmazdı. Tek imparatoriçe eğer hayattaysa, padişahın annesi olan hanımdı;buna “valide sultan” denirdi. Birkaç hanımefendi olduğu zaman bunlar baş kadınefendi, ikinci kadınefendi diye anılırlar ve protokolde böyle anılırlardı. Sarayda yüzlerce cariye vardı. Bunlar padişahın şehzade ve sultanların valide sultan ve kadınefendilerin hizmetinde bulunurlardı. İstedikleri anda “çırağ” edilirler. Yani, saray dışında itibarlı bir kimseyle evlendirilirlerdi. Çeyizleri saraydan verilirdi. [1]
Osmanlı devletinde padişahın kızları, cariyeleri ve valide sultanların sarayda oturdukları yere harem adı verilirdi. Harem girilmesi yasak yer anlamına gelir. Genellikle, ev reisinin kadınları, cariyeleri ve çocuklarıyla yaşadığı yer demektir. Aynı zamanda evin kadını anlamına da gelir. Haremin asıl adı ise, darüssaadedir. Genellikleri Osmanlı sarayları haremleri mabeyin ile kızlar ağası dairesi arasında yer alır. Osmanlı haremi, ortada hükümdarın yatıp kalktığı daire ile valide sultan dairesinin etrafında kurulmuştur.[2]
Haremin her türlü işinden sorumlu olan en yüksek cariyeye “baş hazinedar” denirdi. Bunda padişahın bir mührü bulunurdu. Protokolde vezir ve müşirlerle eşit sayılırdı. Sultanlar yani, Türk imparatorluk prensesleri evleninceye kadar saraydaki dairelerinde anneleriyle beraber otururlardı. Bunların daireleri valide sultan dairelerinin küçük bir örneğiydi. Evlenen sultanlar saraydan çıkarılır, kendilerine ölünceye kadar oturmak şartıyla bir saray verilirdi .
Bir padişah ölünce dul kalan zevcelerinden çocuğu olmayanlar istedikleri taktirde yeni tahta çıkan padişah tarafından en yüksek devlet adamlarından biriyle evlendirilirdi. Fakat ekseriye böyle bir arzuda bulunmazlardı. kısaca anlattığımız bu sistem bir takım değişme ve modernleşmelerle 1924’e kadar Osmanlı hanedanının Türkiye’den ayrılmasına kadar devam etmiştir.[3]
Osmanlı hareminin en yüksek makamı  olan Osmanlı Padişahlarının annelerine valide sultan denilirdi. Padişahların annelerinin resmi adı diğer bazı Müslüman memleketlerinde olduğu gibi mehd-i ulyâ-yı saltanat olup valide sultan tabiri  ilk defa 1574-1495 yılları arası hüküm süren III. Murat’ın annesi için kullanılmış olup bu dönemde kurumsallaştırılıp taammüm etmiştir. II. Abdülhamit’in annesi Tirimüjgan kadınefendi ve sultan Vahdettin’in annesi Gülüstu kadınefendi gibi istisnalar hariç çoğu padişah anneleri bu ünvanı kullanmışlar ve en son kullananda Abdülaziz’in annesi Pertevniyal olmuştur.[4]
  Bir sultanın (padişahın) birkaç hanımı yada resmi cariyesi olmasına rağmen sadece bir annesi vardı. Bu nedenle valide sultan’ın bu pozisyonu eşsizdi ve bu onun saraydaki yüksek statüsünü açıklayan bir gerçektir. O, Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının aşağı konumda oluşunda bir istisnaydı. Dikkate değer bir özgürlüğü genellikle sınırsız bir gücü vardı. Ve her zaman oğluda dahil olmak üzere bütün sarayın saygısını toplamıştı. Hem Topkapı’da hem Dolmabahçe’de ve şüphesiz Yıldız’da da geniş daireleri vardı. Aralarında saray dışı işlerine bakan ve genellikle İmparatorluğun devlet adamlarından biri olan Kethüdanın’da bulunduğu kendi personeli vardı.[5]
Valide Sultan’ın  herkesten üstün konumu harem kurumunun esasaydı. O hem sultan ailesinin vasiyetinden hem de harem hanesinin günlük işleyişinin idari denetiminden sorumluydu. Valide Sultan’ın hanedan ailesinin harem içindeki en önemli ve güçlü üyesi  olarak sayıp olduğu üstün statüyü kendisine tahsis eden imparatorluğunun yüksek maaşı ortaya koyardı. Valide sultan’ın maaşı iki kısa istisnayı dönem dışında bu olağan üstü yüksek düzeyde kaldı.[6]
Bir padişah vefat ettiği zaman eğer varsa annesi ve zevceleri Topkapı Sarayı’ndan eski saraya götürülür. Ve eski sarayda bulunan yeni padişahın annesi muayyen bir merasimle ve alayla Topkapı Sarayı’na getirilirdi. İşte buna “valide alayı” denirdi. İlk valide alayının III.Mehmed’in  ölümü üzerine I. Ahmed’in annesi Handan valide sultan için yapılmış olması icap eder valide suyltanın geniş bir cariyeler ordusu mevcuttu. Daha doğrusu haremin kadın personelinin amiri valide sultan idi ve onu adına bu personeli haznedar usta idare ederdi
Valide sultran deyince ilk akla gelen Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi ilk valide sultan akla gelmektedir. Fakat bunlar arasında en meşhurları Kösem Sultan, Safiye Sultan, Nur Banu Sultan vs. valide sultanların çok ciddi manada yaptıkları vakıflar ve hayır müesseseleride  mevcuttur.[7]
İlk Osmanlı Padişahları’nın kızlarına tıpkı Anadolu Selçukulular’ında olduğu gibi “Hatun” deniliyordu. Fatih Sultan Mehmed’en  sonra “Sultan” denildi. Yine bu zamanda bazı sultanların adları bilinmemekte onun yerine “Devlet Hatun”, “Sultan Hatun” gibi terimler kullanılmaktadır. Sultanların kız çocuklarına “Hanım Sultan” oğullarına  “Bey” deniliyordu. Genel olarak şehzadelerin kızlarında “Hanım Sultan” adı veriliyordu. Bazı yabancı tarihçiler sultanlardan doğan çocukların öldürüldüklerini yazıyorsa da bu doğru değildir. Aynı zamanda Fatih Kanunnamesinde bunların öldürülmesiyle ilgili kayıt yoktur. Tersine bu kanunnamede sultan çocuklarının  hangi görevlere kadar yükselebilecekleri gösterilmiştir.
Osmanlı Padişahlarının kızlarına daha çok  Arapça isimler veriliyordu. En çok verilen isimler Ayşe, Fatma, Esma, Emine, vs. bunlardan başka Farsça isimlerde verildiği görülmüştür. Şehzadelerde “sultan” ismin önüne konulduğu halde kızlarda isimden sonra gelirdi. Ayşe Sultan, Fatma Sultan, vs. eğer sultan küçük yaşta ölürse ondan sonra doğan kız çocuğada aynı ismin verildiği görülür.[8]
Sultanlara valideleri nezaret ederlerdi bunlarında şehzadeler gibi sütanne dadı cariyeleri ağaları hususi yemek tablaları vardı. Oturdukları daireye validelerinin ismi verilirdi. Annelerine valide, büyükannelerine yani diğer kadınefendilere cicianne, anneannelerine büyükanne derlerdi. Valideleri ve dadıları da sultana ekseriyetle dini ve ahlaki hikayeler anlatırlardı. Büyüdükleri zaman lakayt kalmazlar, kendilerinden büyük olanlara hangi seviyede olursa olsun yaşlarına hürmet ederlerdi. 17.yy’a kadar sultanların doğumlarına ait elimizde fazla belge yoktur. 18-19.yy.’larda ise sultanların veladet yani doğumları ile ilgili   ciddi belgeler vardır.
Sultanların eğitimine  son derece önem verilirdi. Eğitimleriyle kendi anneleri dadıları ve kalfaları ilgilenmekteydi. Okuma çağına gelince irade-i seniye ile derse başlar ve kendilerine tayin edilen hocalardan ders alırlardı. Okumada üzerine hassasiyetle durulan husus Kur’ân-ı Kerim’i çok iyi öğrenmeleriydi. Bundan sonra Türkçe kıraat, coğrafya, tarih, Arapça ve Farsça öğrenirlerdi.
Osmanlı Padişahları kızlarını vezirler, kaptanpaşalar ve benzeri devlet adamlarıyla evlendirirlerdi. Sultanların devlet adamlarıyla evlendirilmeleri siyasi olduğu gibi damatların ortak  özellikleri de Enderun Mektebi’nden yetişen devşirmeler olmalarıydı. Damat adayı eğer  ise sultanlara hürmeten diğer kadınları boşaması bir adet haline gelmişti. Sultanlarla evlenen şahıslara  damat enişte güveyi veya  meşhur adıyla damat-ı şehriyari denilirdi. Sultan kocası ile geçinemezse padişahdan izin almak şartıyla onlardan boşanabilirdi. Sultanların bir kısmı birden fazla evlilik yapmışlardır. Sultanlar doğar doğmaz haremde yaşayanlara verildiği gibi kendilerine de  tahsisat ayrılırdı ancak evlenince bu tahsisatları kesilirdi. Damatlar hususi saraylar ve konaklar tahsis edilirdi.[9]
Bu dönemdeki Osmanlı sultan kızlarının haremdeki statüsü fazla değil gibi görülmektedir. Sultan kızlarının her hangi  önem taşıyan bir rol oynaması ve böylelikle kabul görmesi ancak yüksek mevkideki devlet adamlarıyla evlenmeleri yoluyla mümkün oluyordu. Bu statü değişikliği maaşlarına yansıyordu.[10]
Bunlar Osmanlı Padişahlarının bazen dört kadınla evlenmek sırına riayet ederek nikah akdi ile evlendikleri ve bazen de nikah akdi yapmadan yaşadıkları ve ancak ümmî velet statüsünde ki yani çocuk sahibi oldukları kadın ve ya kadınefendi denilen cariyelerdir. Bunların sayıları en fazla 8’e çıkmıştır. 17.yy’ın sonuna kadar bunlara haseki veya haseki sultan da denilmiştir. Padişahın ilk kadınına baş kadınefendi denilirdi. Diğerleri de ikinci, üçüncü, dördüncü,......, sekizinci kadınefendi diye anılırdı. Bunlara  hususi daireler tahsis olunur ve emirlerine cariyeler ve kalfalar verilirdi. Kadınefendilerden biri vefat ederse yerine ikballerden padişahın tercih ettiği birisi kızlar ağasının arzıyla kadınefendi olurdu. Kadınefendiye bir berat verilirdi.
Osmanlı Padişahlarının nikahlı eşleri olmamalarına rağmen kadınefendileri arasında fıkıh kitaplarında izah edilen kasm yani eşler arasında kalbi muhabbet dışında ki bütün muameleler de  adaleti gözetme prensibine azami derecede riayet edilirdi. Ve buna nöbet denilirdi. Maalesef Osmanlı Devleti’nin  duraklamasında hatta gerilemesinde en büyük rolü oynayan sebeplerden biriside bir yüzyıla yakın kadınefendilerin  devlet işlerine karışmalarıdır. Zamanla kadınefendiler valide sultanlar gibi haremin reisi haline gelmiş ve daha da ileri giderek devlet işlerine karışmışlardır.
Sarayın içinde kadınefendiler müsaade olmadıkça padişahın huzurda oturmazlar ve konuşurken daima resmi konuşurlar ve resmi hareket ederlerdi. Kadınefendiler kültürlü okuma yazma bilen tarih mütalaasından ve musikiden hoşlanan kimselerdi. Anneler şehzadeoğullarından “efendi hazretleri” diye bahsederlerdi. Kadınefendilerin sokağa çıkması .çok zor olurdu. Arabacı ve haremağası nezaretinde maiyetlerine aldıkları kalfalarla birlikte Gülhane  Parkı ve  Eyyüb Sultan gibi yerlere giderlerdi. Haremde yaşayan diğer kadınlar gibi giyimlerine özellikle saçlarına dikkat ederlerdi. Kadınefendilerin hepsinin tayinat ve ödenekleri vardı bunlara ve maiyetlerine yetecek kadar yiyecek giyecek ve yakacak verilirdi. Daha sonra kadınefendilere haslar çiftlikler tahsis edilmeye başlandı. Tanzimat devrinde kadınefendilerin bu tahsisatları maaşa çevrildi.
Osmanlı Padişahlarından biri vefat edince onun çocuk doğurmamış veyahut da erkek çocuk doğurmuş olupta vefat etmemiş kadın ve hasekileri devlet ricalinden biriyle evlendirilebilirdi. Fakat böyle bir istekte bulunan pek çıkmamıştır. Osmanlı Padişahlarının bazı suçları sebebiyle sayıları üçü dördü geçmeyen kadınları idam ettirdikleri nakledilmektedir. Padişahlardan birisi vefat edince tamamen kendisine ait olan annesi valide sultan eşleri durumundaki kadınefendiler, ikballer hatta çok sevdiği cariyeler ve onların yakın hizmetinde bulunan haznedar ustalar bütün imtiyazlarını kaybederler ve harem dairesinden alınarak eski saraya gönderilirlerdi.[11]
  1. İKBALLER
Has odalık olarak alınan veya yetiştirilen cariyelerle padişah münasebette bulunursa,bunlar eğer gebe kalırlar ve çırak edilmezlerse; İkbal adını alırlardı. İkballer hanım efendi diye çağrılırdı. İkballer çocuk sahibi olur olmaz kadın efendiliğe yükseltilirlerdi. İkbal müessesesi Osmanlı Tarihinde II. Mustafa ile başlamaktadır bu itibarla ikballerin görünüşe göre 18.yy’ın sonunda önem kazandığı ve 19.yy da ise haremin sayılı kadınları arasında yer aldıkları görülmektedir. İkballer ölüm boşanma ve buna benzer Sebenlerle terfi ederler kadınefendilik payesine kadar yükselirlerdi. Bunlar arasında padişahların kadınlarınlarından daha çok sevdiklerine de rastlanmaktadır. İkballer duraklama ve gerileme padişahlarının tahta çıktıktan sonra aldıkları hanımlardır, diğerlerine nazaran gençtirler.[12][12]
Osmanlı Devleti’nde  köle olan, erkeklere rakik, abd, memlük, esir ve kul denmektedir. Kadın köleler için ise cariye, eme, rakika ve memelüke tabirleri kullanılmaktadır. Savaşta elde edilen erkeklere esir denilirken kadın ve çocuklara ise seby ve ya çoğulu olarak sebâyâ  adı verilmektedir. Osmanlı padişahları harem dairesinde istihdam ettikleri ve ya karı koca hayatı yaşadıkları cariyelere şer-i şerifin hükümlerini aynen tatbik etmişlerdir. Harem mektebinde alınan cariyeler zekalarına, ahlaklarına ve güzelliklerine göre evvela haremin hizmetçisi statüsündeki grubu olan cariye kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da padişah tarafından seçilmeleri halinde padişah ile karı koca hayatı yaşayan gözde ikbal ve kadınefendi neticede valide sultan payelerine kadar  yükselme imkanlarına kavuşabilmektedir.
Osmanlı Devleti’nde ilk zaman da kendileriyle savaş yapılan milletlerden alınan esir kadınlar ve kızlar arasında hareme cariye alınırdı. Hareme giren yeni kızlara acemi denilirdi. Bunlar saray adap ve usullerini amirleri olan cariyelerden kalfalardan ve ustalardan öğrenirlerdi. Özellikle Çerkez kızları ince ruhlu hassas ve zeki olurlardı. Hareme alınan cariyelerin ikinci kaynağı da devlet adamlarının bunları padişaha hediye etmeleriydi. Saraya alınan acemiler kısa bir süre sonra artık harem-i hümayun cariyesi olurlardı. Saray cariyesi olana yapılan ilk iş kendilerine güzellikleri ve karakterleri göz önünde bulundurularak yeni bir isim verilmekteydi. Hareme alınan cariyeler kalfalar tarafından terbiye nezaket ve büyüklere karşı hürmet gibi adab-ı muaşeret kaideleri öğretilirdi. Cariyeler Müslüman olduklarından dolayı mutlaka okumak zorundaydılar. Cariyeler okuma yazma bilmekteydiler.
Osmanlı Devleti’nde haremde bulunan cariyelerin sayıları ilk zamanlarda az idi.     III. Murat’tan itibaren sayıları artmaya başlamıştır. Haremde çalışan kadın cariyeler tıpkı günümüzde ki hizmetçi kadınlar gibi gündelik olarak bir ücret almaktaydılar.[13]
Kalfa  saraylarda ve konaklarda hizmet veren cariyeler için kullanılan bir tabirdir. Usta tabiri 18.yy’dan itibaren belgelerde görülürken kalfa tabirini 16.yy’dan itibaren rastlanmaktadır. Osmanlı¸hareminde kalfa sarayda bir müddet hizmet görüp ilk acemilik devrini geçirmiş ve tecrübe kazanmış cariyelere denilmektedir. Ayrıca bunlar şakirt  diye anılmaktadır. Kalfa haline gelmiş cariyeler güzelliklerine ve iş bilirliklerine göre hünkar kadınefendi , valide sultan, şehzade ve ikbal dairelerine hizmetçi olarak  girerlerdi. Kalfalar padişah ve şehzade tarafından kadınefendiliğe seçilebilirlerdi. Kalfaların oda ve aş nöbetleri de önemli görevler arasında yer almaktadır. Kalfaların harem nöbetine katılmaları ve genel temizliği yapmaları asli vazifeleri arasında yer almaktadır. Her aybaşında haremde genel temizlik yapılırdı. Acemilikten yetişmiş kalfalar dışarı çıkmak ve evlenmek isterlerse bu istekleri göz önünde bulundurulurdu. Ve buna kalfaların çırağ edilmesi denilirdi. Osmanlı devlet idaresine teki yaptıkları söylenebilir.
Kalfaların en üstünleri haremin kadın personeli arasında önemli bir yerleri olan hünkar kalfaları yani diğer adlarıyla ustalar ve ya gedikli cariye denilen cariyelerdir. Haremin kadın personeli arasında cariyelerin yükselebilecekleri en yüksek makam padişahların hizmetini gören cariye olmaktır ki bunlar hünkar kalfaları, ustalar veya diğer adlarıyla gedikli cariyeler denirdi. Bunlar padişahın günlük işleriyle, yemeğini hazırlamak ve yatıp kalkma nevinden hizmetlerle meşgul olurlardı. Ustalar rütbeleri itibariyle muhtelif kısımları şöyle özetlenebilir. Hazinedar ve Hazinedar usta ,Kalfa kadın, Çaşnigir usta, Kilerci usta, Çamaşır usta,İbriktar usta, Kahveci usta,Kutucu usta, Kâtibe usta.[14] 
Osmanlı  genç kızı hayatın evlilikle başlardı. Bu olay 12 ile14 yaş arası gibi öylesine erken bir yaşta gerçekleşiyordu ki  kayınvalidesinin vesaiti altında sonradan gerçekleşecek büyüme pek vakti olmazdı. Evlilik kadını doğal mevkisi sayılırdı. Görücü, müstakbel damadın ailesinin bir gelin bulması için gönderdiği bir kadındı. Bu annesinin yakın bir kadın akrabası ve ya bu iş için tutulan bir kadın olabilirdi. 19.yy’in çoğu kızları için görülme adeti tabi bir şekilde  kabul edilirdi. Kız anlaşılmaz bir şekilde görücüsünün gelmesine kızsa da  ziyareti reddetmesi muhtemel değildi. Bir kız bir erkeğin ailesi tarafından seçilince rıza vermek kızın babasına kalıyordu.[15]
Kınalızade’ye göre kadın sağlıklı ve iffetli olmalı evini koruyacak kuvvet ve yeterliğe sahip bulunmalıdır. Tek evliliği savunan Kınalızade “erkek ilk eşiyle yetinip üzerine başka kadın ve cariye almamalıdır.” kendi iradesiyle veya ailelerine danışarak evlenmeye karar veren kız ve erkek  çoğu zaman bizzat mahkemeye giderek bazen taraflardan birinin ve ya mahkemeye vekil göndermeleri suretiyle eve mahkemeden bir görevli getirerek şahitler huzurunda evlenmek istediklerini beyan ediyorlar. Nikahları kıyılıyor ve sözleşme mahkeme siciline kaydediliyordu.
Erkek evlenirken kadına mehir denilen bir nikah bedeli veriyordu. İslam, eski bir Arap adeti olan mehri kadın lehine düzlenmiş  bunun tamamen kıza ait olduğu bundan başkasının hiç bir hakkı olmadığı prensibini getirmiştir. Osmanlı hukukuna göre, evlilikte karı koca mal ayrılığı rejimi esastır. Bu da İslamiyetten kaynaklanıyordu. Mahkeme sicillerinden anlaşıldığına göre nazariyede rağbet edilmediği gibi uygulamada da çok evliliğe nadiren rastlanıyordu. 19. Yy sonlarına ait Kırşehir kadı sicilleri üzerinde yapılan bir araştırmaya göre 24 kişiden sadece 4’ü evlenmişti. Bu da boşanmış olma ve erkek çocuk isteme sebeplerine dayanıyordu. Osmanlı ailesi 4ila 8 arasında oluşuyordu .karı koca ve çocuklardan oluşuyordu.[16]
1881 tarihli sicilli nüfus nizamnamesi ile nikah ve talakların yani evlenme ve boşanmaların tescil edilmesi zorunluluğu ve izinsiz nikah kıyma yasağı konulmuştur. Bu husus devletin aile hukukuna müdahalesine bir örnek teşkil eder. Kararname kaza-i boşanma, birden çok evliliği tahdit ve evlilik için asgari yaş haddi gibi esasen İslam hukukuna aykırılık taşımayan ancak o zamana kadar tatbikine şahit olunmayan bazı hükümler getirmiştir. Mesale nikah esnasında kadına  kocasının bir daha evlenmemesini şart koşabilme hakkının verilmesi çok büyük bir yeniliktir. Kararname münakahat ve mufarakat olarak ikiye ayrılıyor. Munakahat kısımında nikah, nikâhı yasak olanlar, nikah akdi kefaet, mehir ve nafaka gibi fasıllara ayrılır. Mufarakat kısmıda talak-ı reci ve taalak-ı bain, hıyar-ı tefrik, iddet gibi fasıllara ayrılır. [17]
I.Ahmed’den Sultan Abdülaziz’e kadar gelen padişahlar gelenek gereğince tahta oturduktan sonra çocuk sahibi olabilirlerdi. Bu devirde  padişah olan hanedan erkeğinden başkasının çocuk sahibi olması yasaktı. Padişahlar, kadınefendi ikbal ve özel hizmetinde bulunan cariyelerle  cinsi münasebetlerde bulunur çocuk sahibi olurlardı.
Doğum yaklaşınca valide sultan padişahla görüşerek hazırlıklara başlardı. Doğum için haremde bulunan büyük odalardan birisi ayrılırdı. Kadını doğurtacak ebe ile doğacak bebeği emzirtecek süt ninede saptanırdı. Doğum odası baştan başa süslenirdi. Bebeğin yatacağı beşiğin yapılmasın, süslenmesine özellikle çok dikkat edilirdi. Osmanlı hareminde çocuğun hele özellikle erkek çocuğun büyük ehemmiyeti vardı. Sultan doğar doğmaz darüssade ağasına haber verilirde ağa oda lalası vasıtasıyla silahtar ağaya haberi ulaştırır. Buda padişahın bir çocuğunun olduğunu sarayda ilan ederdi. Aynı zamanda tellallar İstanbul sokak ve çarşılarında sultanın bir çocuğu olduğunu halka ilan ederlerdi. Doğan  imparatorluk halkına da bildirilirdi. Bir sultanın doğumu saraya ve İstanbul’a canlılık getirir şenlikler düzenlenirdi. Sadrazam doğum haberini alınca ertesi gün gelir divan azalarıyla padişahı tebrik ederdi. Sultanın doğumundan dolayı bazı törenler yapılırdı bunlardan özellikle iki tanesi çok önemlidir. Bir valide sultan beşik alayı iki sadrazam beşik alayı. Doğum çok ağır masraflara sebep olurdu. Bu masrafın büyük ve ağır olanı devlet hazinesine yükleniyordu.[18]
Osmanlı toplumunda boşanma çok mecburi haller dışında tasvip edilmezdi. Bu durumda erkek daha önceden belirlenen mehri kadına vermek zorunda kalırdı. Boşanma temelde erkeğe ait olmasına rağmen kadın nikah sırasında bu hakkın kendisine verilmesini istiyebilirdi. Miras konusunda 1/3 hisseye sahipti. [19]
9.yy’dan önce Osmanlı kadının eğitimi hakkında çok veri bulunduğundan bahsedilecek çok az şey vardır. İstanbul’a yerleşmeden önceki Osmanlı sarayının ilk günlerindeki Müslüman kadınların eğiti hakkında somut bir bilgi elimizde mevcut değil. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u hükümetin merkezi yapıp devletin memurlarını eğitmek için saray okulu açtığında saray kadınlarının da eğitimi için düzenlemeler yapmıştır. Bunlar dikiş nakış şarkı söyleme yanında türkçe okuma yazma İslam hukukunun gerekleri konularında eğitilirlerdi. Saray dışında eğitilmiş yetenekli kadınlarda vardı. İstanbul’da her kızın kur’an öğrenme imkanı vardı. Öğretim camilerde olduğu gibi özel evlerde de sağlanabilirdi. Bütün bunlara rağmen kızların eğitimine dair tam bir dirlik ve düzen yoktu. Kızın eğitim görmesi aile reisine bağlıydı.[20]
Meşrutiyet dönemi her alan da olduğu gibi kızların eğitimi konusunda da tartışmaların hızlandığı görülür ilk iş olarak İngiliz sor feray’ın kızı okullarıyla ilgili rapor hazırlaması istenir. Kızların eğitimi türk aydınlarını da düşündürmektedir. Birçok aydın kızların eğitiminden yanaydı.[21]
19.yy kızların eğitimi konusunda büyük ilerilemeler kaydedilmiştir. Kız rüştiyeleri açılmış, 1869’da halk eğiti yasası çıkarılmış,1872’de darül muallimat kurulmuş,1877’de kız sanayi mektebi açılmış 1879’da üçüncü bir el sanatları ve ziraat mektebi açılmıştır. Jön  Türkler zamanında kadınların eğitim imkanı daha da  genişletildi. 1911’de idadiye kızlara açıldı. Böylece kadınların eğitiminde büyük bir ilerleme sağlanmış bilgili, kültürlü Türk kadının yetişmesine olanak sağlanmıştır.
Tereke kayıtları kentli kadınların giysi ve ziynetleri konusunda kaynak oluşturur. Lady Montaqu İstanbul’da dostluk ettiği kadınların taktığı mücevherlerin güzelliğini ve değerlerinin çok yüksek oluşuna hayran kalmıştır. Kadınların bıraktığı mirasta her zaman mücevherat bulunur. Ziynet eşyası olarak küpe ve bilezik reveçtadır. Yüzüğe pek az rastlanır giyimde gümüş kemerler kadar tokaları gümüşten yada altın kaplama olan kumaş kemerlerde saptanmıştır. Altın ve gümüş işleme bazen giysilerde, yastık yüzlerinde ve daha başka kumaşlarda kullanılmaktadır. Kadınların toplum içindeki yerlerinin de giyimlerinden belli olması istenmiştir. Kadın iffetini örtünerek kanıtlamaktadır. Aslında ideal olan kadının hiç bir yerinin görünmemesidir. Kadınların giysilerini ve mücevherlerini en yakın aile bireyleri dışında başka kadınlarında görmesini istedikleri anlaşılıyor. Hali vakti yerinde olan kadınların giyimleri pamuklu ve ya ipekten bol biçilmiş ince bir iç gömlekle belli bir kuşakla bağlanan yine bol bir şalvardan olurdu. Bunun üzerine entari giyilirdi. Sadece üst tabakadan kadınlar değil zengin kentli kadınlarda entarilerini kadife ve ya ipekten yaptırırlardı. Entarinin üstüne ayrıca dolama denen bir yelek giyilirdi. Kadınlar sokakta bol bir mantoya benzeyen ferace giyerler ellerini yenlerinin içine sokarlardı. Yüzlerini ise hotozların üstüne tutturdukları iki parçalı bir tülbentten oluşan ve sadece gözlerini açıkta bırakan bir yaşmakla örterlerdi. Gayr-i Müslim kadınlarda çok yerde Müslüman kadınlar gibi giyinirlerdi. 
Osmanlı toplumunda hiç evlenmeden yaşamını tamamlayan pek kimse olmazdı. Evlenmeyi aileler hazırlardı. Bazen genç erkeklerin istemedikleri evlilikten başka birey taşınarak kurtuldukları olurdu. Genç kızlarla kadınlar bu konu da daha çaresizdi şeriata göre bir erkeğin gayr-i Müslim  bir kadınla evlenebilmesine karşılı bunun tersi yasaktı. Osmanlı’da çok kadınla evlilik olayı çok abartılmıştır. Boşanma sık görülen bir olaydır. Koca istediği zaman bir gerekçe göstererek karını boşayabiliyordu. Ama  bazı evliliklerin kadının girişimi ile sona erdiğini biliyoruz. 18.yy başlarında Lady Montaqu’nun tanıdığı İstanbulcu seçkin ailelerin arasında çok eşlilik hoş karşılanan bir olay değildi. Kibar Osmanlı kadının tek eşliliği sürdürme çabaları 18.yy ve19. Yy başlarında hanım sultanların toplum yaşamını özellikle etkiledikleri bir dönemle bağlantısı olmalıdır. Osmanlı hanımsultanların yüksek devlet ricaliyle yaptıkları mutlu sürmüş gibi görülmektedir.[22]
Nikah akdi ile birlikte  erkek eşine mehir denilen bir meblağ vermektedir. Bu onun bir bakıma ekonomik güvencesidir. Ve eşler arasında mal ayrımı ilkesi tamamen bulunduğundan kendisine aittir. Çeyiz hazırlama mecburiyeti yoktur bu tamamen adettir. Kocasının yükümlüğü karşısında kadın iffet ve namusunu muhafaza etmek ailede ki görev ve sorululuklarını yerine getiren kocasına itaat etmek, onu malını korumak ve  çocuklarına bakmakla mükelleftir. Ancak bu onun hürriyetine asla halel getirmez. Kendi malında dilediği gibi tasarruf eder alır satar kocası ona müdahale edemez. Kadınlar gerek evlilikleri sırasında ve gerekse evlilikleri bitiminde mehirlerini vermeyen eşlerini mahkemeye  şikayet ederek mehir alacaklarını tahsil edebilmişlerdir. Eşlerin görev ve sorumlulukları kötüye kullanmaları durumunda kuşkusuz aile bütünlüğünü sarsan olaylarda meydana gelmiştir. Bazı erkeklerin eşlerinin nafakalarını temin etmemeleri dışında onları hasız yere dövmek , hakaret etmek ve eve hapsetmek gibi nahoş durumlara az sayıda da olsa rastlanmıştır. Böyle durumlarda  mahkemenin kadına arka çıktığı hanımların haklarına riayet etmelerine dair kocalarına tebligatta bulunduğu gözlenmektedir. Kadınların dövülmesiyle ilgili hiçbir mahkeme kocayı haklı görmemiştir.
Ailedeki huzursuzluklar bir meclisi bünyesinde ve ya mahkeme bünyesinde çözümlendiği için Osmanlı ailelerinin ahenkli bir yapıya sahip oldukları söylenebilir. Kadınların temel hak  hürriyetlerinden bu denli istifade edilmesinin ana sebebi İslâmlın onlara sağladığı medeni haklardan kaynaklanmış olsa gerek. İslam öncesi eski  Türk geleneğinin kadınlara verdiği değer islami düşünce ile pekiştirilince  kadın hakları açısından iyi sayılabilecek bir anlayış doğmuştur.
Osmanlı kadınları toplumdan soyutlanmamı aksine ticari faaliyetlerde bulunmuşlar,sık sık borç para alıp vermişlerdir. Kanuni devrine ait bazı fermanlarda bazı kadınların çamaşırhane açtıkları bazılarının da köle ticaretiyle uğraştıkları anlaşılmaktadır. Bazı kadınlar sahip oldukları topraklarda zirai üretim yaparken anımsanmayacak derecede el işçiliğine dayanan zanaat ile ilgilenenlerde  vardı. 17.yy’da evde imal ettiği mamulünü çarşı ve pazarlar da piyasaya süren çok sayıda kadın bir lonca sisteminin üyesi olmakla birlikte kendilerini mali yönden destekleyen tüccar ve komisyonculardan tamamen bağımsızdılar. Kadın ekonomik hayatın birçok dalında faaliyette bulundukları için muayyen alanlarda kesin bir sınıflama yapmak imkansız görünmektedir. Tereke defterinin dışındaki diğer mahkeme kayıtlarıda kadınların yakınları ve ya başkalarıyla ticaret yapıp kredi işlerinde bulunduklarını vakıflardan ve şahıslardan ödünç aldıkları görülmektedir. Bunlara ilaveten özellikle kadınlara işlere bakmak üzere devlet tarafından kamu  görevlisi kadınlar istihdam edilmiştir. Köylü kadın evin erkekleriyle birlikte zirai üretime tekin bir şekilde katılırken kent merkezinde durum biraz farklı göstermektedir.19.yy’ın ikinci yarısı boyunca Osmanlı devleti gerçek sanayi işletmeleri doğuşuna ve özellikle büyük şehir merkezlerinde işçi hareketinin oluşmasına şahit olmuştu. Bu işçiler arasında kadınlarda vardı. Görüldüğü üzere çeşitli yollarda para kazanma mal mülk edinme hakkına sahip olan kadınlara hayır ve hasenatta bulunanlarda oluştur. Cami, okul, han, çeşme, hastane, köprü, imaret ve aş ocakları gibi sosyal bina ve müesseselerin bir çoğu kadınlar tarafından kurulmuştur. Kadınların tesis ettiği Gureba ve nisa hastaneleri bu  gün bile hala ayaktadır. Çok ilginçtir siyasi ayaklanmaların ilk sıralarında da zaman zaman kadınlar görülmüştür. [23]
Hanendelerin okuduğu gündelik Türkçe ile yazılmış şarkılardan kaçının kadın şairlerin kaleminden çıktığı belli değil .edebiyatta kadın yazarlar azsa da her dönemde var olmuştur. Ama şiir yazacak düş gücü bulunan bir kadının bu yeteneğini geliştirmesi için bir erkekten çok daha fazla şanslı ve iş bilir olması  gerekiyordu. Genç bir kadın şairin başarılı olabilmesi ailesinin anlayış göstermesine bağlıydı. Bütün engellere karşın sonunda Mihri Hatun kendini kabul ettirmiştir. Daha ileriki yıllarda II.Bayezid’in ödüllendirdiği şairler arasında adı geçmektedir. 16.yy’da kadın şair olarak Hubbi Hatun’un adını anmak gerekir.
Kadınlar kendi servetleri üzerinde tasarruf hakkına sahip olduklarından istedikleri zaman da vakıf kurabiliyorlardı. 16.yy’ın sonlarında  İstanbul’da ki vakıfların %37’sini kadınlar kurmuştur. Hanım sultanların meraklı olduğu bir başka inşaat etkinliği de boğaz kıyısında saraylar yaptırmaktı. Bazı hanım sultanlar sarayların döşenmesine inceden inceye karışıyorlardı. Osmanlı işlemeleri, kilimleri, halıları bu gün hala hem Türkiye’de hem de dışarıda ki müze ve özel koleksiyonları dolduruyor. Bu eserlerin üretilmesine büyük ölçüde kadınlarda katılmışlardır.[24]
 
 BİBLİYOGRAFYA
  1.      Yılmaz ÖZTUNA, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB Yay. İstanbul 1999
  2.      Çağatay ULUÇAY, Harem II , TTKY, Ankara, 1997
  3.      Ahmet AKGÜNDÜZ, Osmanlı’da Harem, OSAV Yay. İstanbul, 1997
  4.      Fanny DAVİS, Osmanlı Hanımefendisi, çev. Çiğdem TÜRKER, EYSİ Yay. Ankara 2000
  5.      Leslıe P. PEIRCE, Harem-i Humâyûn, çev: Ayşe BERKTAY, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1998
  6. .     Osmanlı Devleti Tarihi, Ircıca Araştırma Merkezi Yay. C.1 İstanbul,1999
  7.      Dr. Ekrem B. EKİNCİ, “Osmanlı Aile Kanunu” Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı.43 İstanbul, 1997
  8.      Şefika KURNAZ, Cumhuriyet Öncesi Türk Kadını, MEB Yay. İstanbul, 1992
  9.    Suraıya FAROQHI, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1997
  10. Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman KURT, “Osmanlıda Kadının Sosyo Ekonomik Konumu” Yeni Türkiye Yay. Osmanlı C.5 Ankara 1999
 


[1] Yılmaz ÖZTUNA , Türk Tarihinden Yapraklar, MEB. Yay. İstanbul: 1999, s. 298,299,300
[2] Çağatay ULUÇAY, Harem II, TTKY. Ankara 1971, s.7
[3]  ÖZTUNA, a.g.e. s. 300, 301
[4]Ahmet  AKGÜNDÜZ, Osmanlı’da Harem, OSAV. İst. 1997, s.303
[5] Fanny DAVİS, Osmanlı Hanım Efendisi, “1718’den 1918’e Bir Sosyal Tarih” , çev. Çiğdem  TÜRKER, EYSİ YAY. Ankara, 2000, s. 15
[6] Leslıe P. PEIRCE , Harem-i Hümayun, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar” çev. Ayşe BERKTAY, Tarih Vakfı Yurt Yay., Ankara, 1998, s. 169-170
[7] AKGÜNDÜZ, a.g.e., s.304-305
[8] ULUÇAY, a.g.e., s. 67
[9] AKGÜNDÜZ, a.g.e., s. 328-329-330
[10] PEIRCE, a.g.e., s. 175
[11] AKGÜNDÜZ, a.g.e., s. 316,317,318,319,320,321
[12] ULUÇAY, a.g.e., s. 38
[13] AKGÜNDÜZ, a.g.e., s.284-292
[14] AKGÜNDÜZ, a.g.e., s.295,296,297,298,300
[15] DAVİS, a.g.e., s.41,42
[16] Osmanlı Devleti Tarihi, Ircıca Araştırma Merkezi Yay. C.1, İstanbul, 1999 s.482,483
[17] Dr. Ekrem b. Ekinci, “Osmanlı Aile Kanunu” Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 43, Ekim 1997, İstanbul, s.50,51,52
[18] ULUÇAY,- a.g.e. ,s.70,74,75,77,78,79
[19] Şefika Kurnaz, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, MEB Yay. İstanbul,1992 s.11
[20] DAVİS, a.g.e. s.33,34
[21] KURNAZ, a.g.e. s.74
[22]  Suraıya FAROQHı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yurt Yay. İstanbul, 1997 s.123,124,125
[23] Yrd. Doç.Dr  Abdurrahman Kurt, “Osmanlı Kadınının Sosyo Ekonomik Konumu” Yeni Türkiye Yay. Osmanlı C.5 Ankara 1999, s.436-446
[24] FAROQHI, a.g.e. s.131-134
 
 


TÜRKİYE'DE TARİH EĞİTİMİNİ YETERLİ BULUYOR MUSUNUZ?
EVET
HAYIR

(Sonucu göster)


GÜNCEL DÖVİZ KURLARI
 
GÜNCEL ALTIN FİYATLARI
 
KÖŞE YAZILARI
 
 
Bugün 123 ziyaretçi (143 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol