MERHABA BEN MURAT CAN ŞANLI TARİHİMİZİ ÖĞRENMEK İSTİYORSANIZ DOĞRU YERDESİNİZ... (sitede görünen reklamların sitemizle ilgisi yoktur...)

   
 
  ÇANAKKALE ZAFERİ KONUŞMA METNİ

 

 

ÇANAKKALE ZAFERİ

18 Mart 2009 tarihi Çanakkale Zaferimizin 94 üncü yıl dönümüdür.
Şanlı tarihimizdeki kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferidir. Bu zaferin Türk tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Hâlâ gözler onunla yaşarır, yürekler onunla ürperir, düşünceler onunla yücelir. Bu gün meydana gelmiş gibi canlıdır. Unutulmamıştır. Unutulamaz da... Neden? Çünkü o, anaların gözyaşı, Mehmetçiğin canı ve kanıdır.
Destanlar, genelde bir kısım olmamış hadiselerin olanlara ilavesiyle ortaya çıkmıştır. Halbuki Çanakkale zaferi bütünüyle yaşanmış, inanılmaz hadiselerden oluşan bir destandır.
Çanakkale Zaferi, Birinci dünya savaşında Kahraman yiğitlerimizin cihanı hayrette bırakan başlı başına gerçek bir iman ve eşsiz bir kahramanlık destanıdır.
Çanakkale Zaferi, Müslüman Türkün, iman ve azminin, güç ve kuvvetinin canlı bir belgesi, mağrur ve zalim küfrün hakkın karşısında mağlubiyeti ve maddenin mana önünde ezilip yok olmasıdır.
Batılıların, Haçlı Seferleri’nden beridir Müslüman Türk varlığını yeryüzünden ebediyen silme hırsıyla gözledikleri tarihi fırsat Çanakkale Savaşı’nda nihayet önlerine çıkmıştı. “Son Haçlı Seferi”nde yakaladıkları imkanı sonuna kadar kullanıp, Osmanlı Devleti’ne ölümcül bir darbe indirmeli ve terekesini hemen bölüşmelilerdi.
İngilizler ve müttefikleri, Osmanlı Devleti’ni en zayıf anında yakaladıklarına inanıyor ve Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a girecekleri ve devleti dağıtacaklarına kesin gözüyle bakıyorlardı. Öyle ki, İngiltere Başvekili Lloyd George, bu durumu müttefiklerinin hissiyatına tercüman olurcasına şu alaylı ifadelerle ortaya koymuştu: “Türk Milleti sadece birinci sınıf dövüşen bir kalabalıktır.”
Aynı küstahlığı, İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churhill ise şu sözlerle dile getirmişti: “Türkler mi? Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle yener geçeriz o milleti!.”
Düşman gemileri, işimizi yarım saatte bitirip, turistik seyahat yapıyormuşçasına boğazı geçeceklerinden o kadar eminlerdi ki, beş çayı içmek ve piknik yapmak için birbirlerine söz bile vermişlerdi. Hatta, İngilizler İstanbul’da kullanmak için, 10 şilinlik banknotlarının üzerine Osmanlıca “60 gümüş kuruş” yazarak, paralarını dahi hazırlamışlardı.
Ancak gelin görün ki, kuvvet dengeleri arasında korkunç uçurumlar vardı. Her türlü askeri malzeme bakımından gayet iyi düzeyde olan modern düşman ordusuyla; topu-tüfeği sayılı, siperleri ve silahları zayıf, yarı aç ordumuz güya savaşıyordu. Ordumuzun en yeni topu üzerinde yapım yılı 1885 yazılıyken; düşman topları ise saatte sayısız seri atışlar yaparak mevzilerimizi dövüyor, cehenneme çevirircesine kan kusturuyordu. Hatta ne hazindir ki, top yetersizliğinden dolayı, hiç olmazsa aldatıcı olsun diye bazı mevzilere soba borusu yerleştirilmişti. Siperler için yeterli kum torbası ise hiç bulunamıyordu. Bazen İstanbul’dan birkaç yüz torba getirildiğinde, bırakın kum torbası olarak kullanmayı, askerlerin harap elbiselerinin tamirine ancak yetiyordu.
Bu savaşın, silahla iman gücünün çarpışmasından başka bir anlamı yoktu. Birisinin elindeki en büyük kozu askeri gücü, bundan tamamen mahrum olan diğerinin ise yegane sığınağı iman kalesi idi. Mehmetçikler “gök ekinler gibi” biçilmek pahasına ma’kus talihimizi yenmek ve bize biçilen kefeni yırtmak için bedenlerini feda etmiş ve korkusuzca ölüme yürümüşlerdi. Anafartalar Komutanı ve Devletimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Çanakkale’deki Türk askerinin manevi gücünü şöyle anlatıyor; “Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri
kurtulamayarak kâmilen düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor.
Fakat ne kadar gıbta edilecek îtidal ve tevekkül ki, öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir terettüd bile göstermiyor, sarsılmak yok !... okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şâyân-ı hayret ve tek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.” İngiliz Başkomutan Hamilton bu hakikati şöyle itiraf ediyordu: “Türkler hücuma kalktıkları zaman, ‘Allah Allah’ deyip Rablerinden yardım diliyorlardı. İşte bu Allah sevgisi ve inancı Mehmetçiği galip getirmiştir.”
Bütün bunlar ne için yapılıyordu? Neyin uğruna tatlı canlar kurban ediliyordu? Candan ve canandan çok daha sıcak gelen, insanları öbek öbek kendisine çeken bu cazibe ne idi? Tabii ki, “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” diyen Türk-İslâm Şairi Mehmed Akif’in ifadelerinde abideleşen din ve devletin bekası içindi. Bunu en güzel surette, oğlunu cepheye gönderirken sarfettiği şu sözlerle bir Osmanlı ninesi bayraklaştırmıştır: “Hüseyin’im, yiğit oğlum benim! Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağabeylerin Çanakkale’de şehit düştüler. Bak, son yongam sensin!. Eğer minareden ezan sesi kesilecekse, camilerin kandilleri söncekse sütüm sana haram olsun!. Öl de köye dönme!..”
“Çanakkale Geçilmez” sözüyle şahikalaştırılan büyük destan işte böyle yazılmış, bu şuur ve sarsılmaz iman ile kazanılmıştır.
Bu duygu ve düşüncelerle bütün şehitlerimizi minnet, şükran ve saygıyla anıyor, kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum.
 
     MURAT CAN
     Tarih Öğretmeni
Kaman And. Tek. ve End. Mes. Lisesi
 
 


TÜRKİYE'DE TARİH EĞİTİMİNİ YETERLİ BULUYOR MUSUNUZ?
EVET
HAYIR

(Sonucu göster)


GÜNCEL DÖVİZ KURLARI
 
GÜNCEL ALTIN FİYATLARI
 
KÖŞE YAZILARI
 
 
Bugün 52 ziyaretçi (56 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol