İrfan ÖZFATURA
Bazı hocaların klasik soruları vardır. Bunlar sıkça çıkar ve talebeye puan kazandırırlar. Mesela orta mektep yıllarında "1. Dünya savaşını hazırlayan sebepleri" sordu durdular. Elimize kalemi aldık mı uzun uzun Fransız İhtilalilinin getirdiği değişimden, kafalarda beliren hürriyet fikrinden. milli duyguların alevlenmesinden bahseder, faturayı Avusturya Veliaht’ını öldüren komitacı Sırp'a kesiverirdik. Elbette bunlar da etkiliydi ama sanırım asıl sebep rant meselesiydi. Almanlar denizlerde de güçlenmiş ve sömürülen topraklara göz dikmişlerdi. Öncelikle (Berlin-Boğaz-Basra) ekseni, Bilahare 5B (Baltık--Bostor-Bağdat-Bombay) hattan ele geçirmeye şartlanmışlardı. Böylece dünyayı yöneteceklerine inanıyorlardı. Bunun için yapıp yapmalı, Osmanlı'yı yanlarına almalılardı. Bu tavır uzak ülkelerde tek kale maç yapan İngilizleri felaket kızdırdı. Britanya'nın hırslı çocukları Hindistan'ı iyice sahiplenmişlerdi, kaldı ki Şattü'l Arab ve Süveyş'ten vazgeçmiyorlardı. Fransızlar ise (biraz da Ermenilerin hatırına) Suriye ve Güneydoğu Anadolu'ya niyetleniyorlardı. Rusya ayrı bir alemdi. Bitmez tükenmez insan ve toprak kaynaklarına rağmen sefalet i-cindeydi. Sıcak denizlere inemedikçe bu böyle sürüp gidecekti. Boğazlar vaat edilince düşünmeden "he" dedi, itilaf devletlerinin yanına geçti.
Üç Komitacı İşbaşında
Osmanlı İmparatorluğu o günlerde çok bunalımlıydı. Abdülhamid Han hal edilmiş, Beylerbeyi sarayına kapatılmıştı. Yönetime el koyan üçlü çete Enver. Talat ve Cemal paşalar maceracı ve gözü karaydı. Almanlar özellikle Enver Paşa'yı avuçlarının içine almışlardı. Alman kondüktörler İstanbul'a kalkan trenlerin üstüne Berlin Enverland yazacak kadar küstahlardı.
Talat Paşa İdadi (orta mektep) diploması bile alamamış bir postacıydı. Ancak mason olunca önü açıldı. İttihat ve Terakki militanlığı ona Dahiliye Nazırlı-ğı'nı getirdi. Ancak o komitacılıktan vazgeçmedi. Rakiplerini katlede katlede yükseldi ki kanlı Babıali baskını bunlardan biriydi. Cenab Sehabeddin'in ifadesiyle "O 'nün, ünlü Bulgar komitacısı Sandasky'e taş çıkartacak kadar habis bir zekası vardı. Ağ ören, tuzak kuran, pusuya yatan, karmanyola çeviren bir hilekardı."
Cemal Paşa gittiği her yere darağacı kurduran, karışıklıklarda önce Müslümanları astıran, müstehzi, kibirli ve zalim biriydi. Ermeni hayranıydı ve bunu saklamazdı. Araplarla aramızı açmak için ne gerekiyorsa onu yaptı.
O günlerde Almanya'nın İstanbul sefiri Baron Van Wangenheim toplantı üstüne toplantı düzenler, nefis Türkçe’si ile pembe tablolar çizerdi. "Siz doğudan biz batıdan bastıralım. Hudutlarımız birbirine kavuştuğu zaman bizi kim tutabilir?" derdi. Nitekim Osmanlı ile bir anlaşma imzalamayı becerdi. Buna göre Rusya itilaf devletlerine katılır ve Almanya savaşa sürüklenirse Osmanlılar da harbe gireceklerdi. Anlaşmanın imza edildiği saatlerde Rusya çoktan cephede yerini almış ve Almanya resmen savaş ilan etmişti. Enver Paşa'nın bunu bilmemesi mümkün değildi. Sırf Almanların tatlı hatırı İçin koca İmparatorluğu maceraya sürüklemek a-kılla, mantıkla izah edilebilecek bir gaf değildi ama o henüz hayaller âlemindeydi.
Çok geçmedi Goeben ve Breslau adlı iki Alman zırhlısı Cezayir kıyılarındaki Fransız hedeflerini vurdu. İngiliz donanması tarafından takip edildiklerini anlayınca bize sığındılar. İngilizler efendi efendi geldiler ve bu iki geminin karasularımızdan çıkarılmasını istediler. Ancak Enver Paşa bu iki gemiyi satın aldıklarını ilan etti. Aklı sıra Alman gemicilere fes giydirip meseleyi halletti. Midilli ve Yavuz adını alan zırhlıların kumandanı Amiral Souchon bizim safları kolay kandırdı ve Karadeniz'de talim izni çıkardı. Souchon halatları toplar toplamaz Rus limanlarına dayandı. Osmanlı bayrağı çekerek Odessa, Kefe ve Novorossisky'İ bombaladı. İ-ki Rus gemisini bir Fransız vapurunu batırdı ki artık savaş kaçınılmazdı.
Hiç Yoktan Savaş
Avrupa'da kan gövdeyi götü-re dursun Osnıanlı Rus savaşı Kafkaslara yayıldı. Doğrusu şu ki başlangıçta Rusya çok zorlandı. İngilizler ve Fransızlar vaat ettikleri silahları yollayamadılar. Hoş Boğazlar elimizde olduğu sürece de yollayamazlardı. Rusya o kadar ağladı, o kadar ağladı ki Boğazları hedef yaptı.
Churchİll, Deniz Lordu Amiral Fisher'in itirazlarına rağmen Çanakkale'ye yüklenilmesini istedi. İkinci bir cephe Osmanlıları Kafkaslardan çekecek, hele Boğazlar ele geçerse savaş çabucak bitecekti. İngiliz Harbiye Nazırı Lord Kitchener bu fikri ısrarla destekledi.
İtilaf kuvvetleri Amiral Car-den komutasındaki donanma ile Çanakkale açıklarına geldiler ki aralarında dünyanın en gözde zırhlıları vardı.
Yeni Zelanda'dan getirilen askerlerin (Anzakların) yöreye yaklaşması ile işaret verildi. 19 Şubat sabahı bombardıman başladı. Çanakkale sahilleri pamuk gibi atıldı. Bu saldırıda donanma birkaç ehemmiyetsiz isabet aldı ama bizim dış tabyalarımız elden çıktı. Sonraki günlerde donanma titizlikle mayın taradı ve yolunu garantiye aldı. Ancak Nusret gemisinin kaptanı Yüzbaşı Hakkı sisli bir gecede akla hayale gelmeyeni yaptı, burunlarının dibine kadar girerek mayın bıraktı. Düşman donanması 18 Mart sabahı tekrar hücuma kalktı. İlk topu atma şerefi Triumph zırhlısına bağışlandı. Ancak Agememnon zırhlısı beklenmedik bir anda yara aldı, İnfexible zırhlısı yanmaya başladı. Amiral de Robeck buna rağmen ilerleme emri verdi ve felaket başladı. Bouvet, İrresistİble ve Ocean zırhlıları mayına çarparak battı. İnfexİble karaya oturdu, batmaktan beter oldu. Bu zaferin tek bir mimarı vardı:
Yüzbaşı Hakkı!
Anzak Hint Ve Afrikalı
İngilizler ve Fransızlar oldum olası kendi çocuklarına kıyamaz, ateş hattına sömürge ülkelerinden topladıkları gençleri sürerler. Çanakkale'de de öyle olur. Gemilere "Almanlarla savaşacaksınız" diye bindirilen Hint ve Afrika asıllı Müslümanlar sahilde ezan sesi duyunca tutulup kalırlar. O saatten sonra bazı emirleri duymazdan gelirler ve işler aksar.
Çanakkale savaşını önceleri Esat Paşa yönetir, ancak Enver Paşa komutayı Alman Mareşali
Liman von Sanders'e verir. Liman Paşa riski sever, düşmanın karaya çıkmasına müsaade eder. Evet böylece İngilizlere daha fazla zayiat verir ama bizim kayıplarımız da büyük olur. Ölen Türkler onu ne kadar ilgilendirir bilemiyoruz. Zaten o devir savaşları gereğinden fazla kanlıdır. Anadolu'nun gayretkeş çocukları gözlerini kırpmadan dövüşür, süngü takıp makineli tüfeklerin üzerine yürürler. Onlar savaş dendi mi düşman mevzilerine girip gırtlak gırtlağa boğuşmak sanırlar. Ölümden korkmazlar. Soğuk ve açlık da en az mermiler kadar öldürücüdür. İlaç, battaniye yok denecek kadar azdır. Askerlerimiz kum torbalarını bozup elbise yamarlar. Sırf bu yüzden savunmasız kalır, hedef olurlar. Yükselme hırsı ile dikkat çekmek isteyen genç subaylar heyecanlı çıkışlar yapar, gereksiz riskler alırlar. Mesela Seddülbahir çarpışmalarında düşmanın 10 bin, bizim ise 16 bin kaybımız vardır. Halbuki savunan tarafın az zayiat vermesi temel kuraldır. Hele bir ara cepheye gelen Enver Paşa aklı sıra şov yapar. 19 Mayıs günü "düşmanı denize dökmek" için göstere göstere taarruza kalkar. Aç, çıplak kalabalıkları muhkem mevzilerin üstüne salar. O gün İngilizler sadece yüz ölü verirler, biz ise 9 bin yiğidimizi yitiririz. Malzeme kaybı tam bir felakettir. 20 Mayıs günü 4 koca tümen tanınmayacak hale gelmiştir.
Karada kan gövdeyi götüre dursun, denizde güzel şeyler olur. Muavenet-i Millî adındaki küçücük torpido bot koskoca Goliot zırhlısını batırır. Bunun üzerine Amiral Fisher elinde kalan son güçlü gemiyi (Quenn Eizabeth'i) İngiltere'ye yollar. 25 Mayısta Majestic, 26 Mayısta Triumph zırhlısı batırılınca donanma tamamen çekilir.
Bu savaşın en kahredici yanı İngilizler'in tam 400 topu, 15 bin hayvanı ve 140 bin askeri yanı başımızdaki mevzilerden (tek zayiat vermeden) tahliye etmesidir. O mangalda kül bırakmayan Almanlar ayakta uyurlar.
Kurmaylarımız düşmanı topluca İmha edecekleri "yegane" fırsatı göz göre göre kaçırırlar. Halbuki bazı noktalarda mevziler fısıltıları duyacak kadar yakındır. Hatta zaman zaman nöbetçiler birbirlerine sigara atarlar.
Acabası Bol Sorular
Bize yıllardır Çanakkale Zaferi anlatılıyor. Her 18 Mart'ta piyesler, müsamereler düzenliyor, "nasıl yendik ama" havalarına girip gerine gerine geziyoruz. İyi ama kimse çeyrek milyon evladımızın doldurulamayan yerinden bahsetmiyor. Bunların kahir ekseri doktor, mühendis, mimar, baytar, ressam, öğretmendi. Hamidiye ve Sanayii Nefise mekteplerinde (Avrupai bir tedrisatla) yetişen İnsan gücü yok oldu gitti. Bu saatten sonra cehalet, İşsizlik, fakirlik ve gerilik kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Çoğumuz "Çanakkale içinde aynalı çarşı" türküsünü fiğe havası sanırız halbuki bu yanık ezgiler Kastamonu’da dillendi. Biliyor musunuz o yıllarda koca şehirde erkek kalmadı. Evleri öylesine feryatlar sardı ki üç ahbap çavuş yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Aldıkları beddualardan mı bilinmez Cemal ve Talat Paşalar gurbet ellerde kurşunlara geldiler. Enver Paşa hâlâ İdealist, hâlâ maceraperestti. Bir avuç Buharalı ile Ruslara kafa tutmaya yeltendi. Evet asker gibi ölmesini bildi ama ceremesini Ortaasya Türkleri çekti. "Turan" davası eridi bitti.
Savaşın en netameli günlerinde Bulgaristan münferit olarak sulh yaptı ve savaştan az bir kayıpla sıyrıldı. Ama biz sırf "Almanları korumak ve kollamak" uğruna risk üstüne risk aldık. Koca İmparatorluğu bir mirasyedi gibi dağıttık. Sahi Çanakkale'de yenilsek ne olurdu? Acaba savaş daha erken biter miydi? Bu hengameden ordularımızın tamamını kaybetmeden çıkabilir miydik? 1915 de çevrilen donanma birkaç sene sonra İstanbul önlerine demirlemedi mi? Acaba bu kez ödemek zorunda kaldığımız bedel daha mı ağırdı? Azıcık askerimiz, bir miktar silahımız kalsaydı pazarlık şansımız olur muydu? Eğer Çanakkale'de yenilseydik (Almanlar rahat savaşsın diye) Galiçya cephelerinde kırılır mıydık? Enver Paşa zafer sarhoşluğu ile 110 bin çocuğumuzu Allahüekber dağlarına sürüp telef edebilir miydi? Süveyş elimizden çıkar mıydı? Kut-ül Amare bozgununu yaşar mıydık? Irak'ı ve Suriye'yi kaybeder miydik? Peki, Enver Paşa bütün bu muharebelerden zaferle çıksa n'olurdu? Acaba Osmanlı İmparatorluğu Enverli İmparatorluğuna döner miydi? Yeni yeni maceralara koşar mıydık?
İsterseniz başa dönelim. Yetkiler "azıcık'' mesuliyet taşıyan birinde olsa bu savaşa girilir miydi? Ölüsü bile dünyanın 4. büyük gücü sayılan koca ordu Enver-Talat-Cemal Paşaların ihtiraslarına alet olmasa ne değişirdi? Bütün dünya birbirini hırpalarken biz diri ve zinde kalabilir miydik? On yıllar boyunca yetiştirilen kaliteli insan gücüyle muasır medeniyet yakalayabilir miydik? Evet, belki Balkanlar'ı ve Ortadoğu'yu elde tutamazdık ama bu bölünme kontrolümüzde olabilir miydi? Acaba Osmanlı İmparatorluğu Türkiye eksenli bir milletler topluluğuna dönebilir miydi? İşlerimize İngiliz parmağı daha az girse, dünya Müslümanları ile aramız yine limonileşir miydi? Böyle kırık dökük Arap devletleri kurulabilir miydi? Petrol gelirleri bazı ailelere peşkeş çekilir miydi? Sadece Kerkük elimizde kalsaydı (ki öz be öz Türk'tür) bu gün bir litre benzine İki milyon lira verir miydik? Hepsi bir yana 18 Martlar da bildik şiirleri tekrar tekrar okumak yerine bu soruların cevabını arasak ne kaybederdik?
Her ne kadar "Tarih tekerrürden ibarettir" deseler de geçen geçti. Bu saatten sonra "belkili ve "keşkeli" cümleler kurmak hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ama hadiselere başka pencerelerden bakabilirsek dersler derleyebiliriz. Eh, bu da az kazanç değildir hani...
|