Masonlar niye 'Abdülhamit'i devirdik' kutlaması yapıyordu?
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, "Türk Masonları'nın zaferi" diye nitelendirilen II. Abdulhamit'in tahttan indirilmesini kutluyor. Masonlar, II. Meşrutiyet'in ilanının 100. yılında 2008'i "hürriyet, eşitlik" yılı olarak ilan etmelerinin ardından konuyu şimdi de Avrupa Mason Buluşması'na taşımaya hazırlanıyor.
2008 yılı ekim ayında İngiltere ve Belçika'da yapılacak Mason buluşmasında, Türkiye Masonları, Abdulhamit'in tahttan indirilmesinde rol oynayan ataları için bir anma töreni düzenliyor. Törende II. Meşrutiyet'in nasıl ilan ettirildiği, ardından Abdulhamit'in tahttan nasıl indirildiği, 1909'da Türk Masonluğu'nun yasal zemine nasıl getirildiği anlatılıyor.
"Avrupa Mason Buluşması" adlı kuruluş, değişik fraksiyonlara (ritinlere) ayrılmış Avrupa Masonları'nın biraraya geldikleri çok özel bir platform oluşturuyor. Platform komitesinde İskoç, İngiliz, Fransız ritinden üst düzey Masonlar bulunuyor. Platformun bu yılki gündemine II. Abdulhamit'in devrilmesi ve II. Meşrutiyet'in ilanının 100. Yılı çerçevesinde yapılacak etkinlikler damgasını vuruyor. Organizasyonla ilgili program ve katılım formları Büyük Loca tarafından bütün Masonlara gönderilirken, "Türk Masonluğu'nun ayağa kalkışının 100. yılı anısına uluslararası etkinlikler düzenleneceği" belirtiliyor. "Avrupa Mason Buluşması Organizasyon Komitesi"nde yer alan Türk Masonları'nın girişimiyle alınan karar gereği, II. Abdulhamit dönemi, II. Meşrutiyet'in oluşum süreci, Masonların bu süreçteki oynadıkları rol ve Osmanlı'da masonik faaliyetler gibi çok kapsamlı çalışmalar yapılıyor. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II. Meşrutiyet'in 100. yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesinden sonra, ülke çapında çeşitli localar tarafından kutlama programları düzenleniyor. Bu doğrultuda "Meşrutiyet defileleri", kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler planlanıyor..
İttihat Terakki masonik bir örgütlenme oluyordu
Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı, II. Abdulhamit'e karşı darbe yapan İttihat Terakki'nin masonik bir örgütlenme olduğuna dikkat çekerek, "İttihatçıların kökenleri Jöntürkler'dir ki; bunların ilk örgütlenmeye başladığı yer İngiliz sefaretidir. Talat Paşa ve Ahmet Rıza gibi önde gelen isimler Mason'du. Abdulhamit'e karşı gerçekleştirilen darbe İttihatçı-Mason-İngiliz işbirliğinin ürünüdür. Rıza Tevfik, hatıratında anlattıklarına göre, darbeden sonra İngiliz sefaretinde teşekkür ziyaretinde bulunulmuştur" diyor. Abdulhamit'in Balkanlarda isyan başlatan ordu içindeki ittihatçı oluşumun darbe hazırlığında olduğunu fark ettiğini ve buna karşı 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koyduğunu kaydederek, "Ancak darbecilerin asıl hedefleri bu değildi. İttihatçılar iktidarı ele geçirmek, İngilizler de İslâm birliği politikasıyla sömürgelerini sürekli tehdit eden Halife Abdulhamit Han'dan kurtulmak istiyorlardı. Bu amaçla tarihe 31 Mart Vakıası diye bilinen oyun sahnelenerek darbe gerçekleştirildi ve Abdulhamit Han başka yer kalmamış gibi Selanik'e götürülerek bir Yahudi'nin evine hapsedildi. Böylece Filistin'e karşı Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifi yapan Siyonist Lider Theodor Hertzel'e 'Vatan parayla satılmaz' cevabının adeta intikamı alınıyordu."
Doç. Arabacı, Abdulhamit'in nasıl bir Siyonist-Emperyalist darbenin kurbanı olduğunun 1917'de Theodor Hertzel ile İngiliz Dışişleri Bakanı Althur Balfour tarafından Filistin'de Siyonist İsrail devletinin kurulacağının deklare edilmesiyle ortaya çıktığını dile getirerek, "Abdulhamit Han'ın haliyle, ittihatçıların elinde devlet hızla dağılma sürecine girdi. Masonlar, elbette bunu kutlar. Bunların kutladıkları, Osmanlı'nın yıkılışı, bugün 60. yılını kutlayan Siyonist İsrail hançerinin saplanışı, Anadolu'nun çöküşü ve Osmanlı'nın çocuklarının borç batağında Batı'ya el açar duruma düşürülüşüdür" sözleriyle konuyu özetliyor.
Abdülhamid Han'ın ciddiye aldığı siyon protokolü neleri içeriyordu?
Bilindiği gibi Sultan Abdülhamid Hân'ın ömrü, Siyonist ve Masonlarla mücadele ile geçmiştir.
Siyon Protokolleri, Siyonistlerin, Yahudiler hariç, bütün dünya milletlerini ifsat etmek için düzenledikleri gizli planlardır. Kur'ân-ı Kerîm'in muhtelif âyetlerinde, Benî İsrail'in geçmişte yeryüzünü tekrar tekrar fesada verdikleri, bu sebepten Cenâb-ı Hak tarafından cezalandırıldıkları kaydedilmiştir.
Abdulhamid Han'ın arşivinde bulunan, Siyon Protokolü çok önemlidir. Bu protokol, önce 9 Mayıs 1956 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır. Bu belge Abdulhamid Hân'ın özel muhafızı "Süvari Yüzbaşısı Debreli Zinnur Bey tarafından, Cumhuriyet gazetesi yazarı Samih Nafiz Tansu'ya nakledilmiş ve bu yazar tarafından, kamuoyuna sunulmuştur.
Bu protokolde aynen şu maddeler mevcuttur:
1. Gelecek nesilleri, ahlâka aykırı, telkinlerle ifsat etmeli, bozup yozlaştırmalı
2. Aile hayatını yıkmalı,
3. İnsanlara aşağı sınıflarla tahakküm etmeli, azınlıkları kışkırtıp üste çıkarmalı
4. Sanatı zayıflatarak, edebiyatı müstehçen ve şehevî hale sokmalı,
5. Mukaddesatı, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne vak'alar uydurulmalı,
6. Hududsuz bir lüks, başdöndürücü modalar icad etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik etmeli, herkesi borçlandırmalı
7. Kalabalıkların vakitlerini, eğlencelerle, oyunlarla oyalamalı, herkes düşünmekten alıkonulmalı,
8. Müfrit (aşırı
nazariyelerle, halkın fikirleri zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar çıkarılmalı,
9. Umumi hoşnutsuzluklar meydana getirilmeli, içtimai (sosyal) sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,
10. Aristokratlara müthiş vergiler koyarak, onlar bunaltılmalı,
11. Mal sahipleri ile işçilerin arasını bozmalı, grevler sabotajlar tertip ettirilmeli, düşmanlıklar yaygınlaştırılmalı
12. Yüksek tabakanın manevî kuvvetini, her çareye başvurarak kırmalı,
13. Sanayiin, ziraati ezmesine imkan verilmeli, böylece köylü sınıfı ortadan kaldırılmalı,
14. Saçma nazariyeleri ortaya atarak, halkı gayr-i kabili tatbik (yani uygulanması imkansız) yollara sevk etmeli, boş hayallerle oyalamalı
15. Hayat pahalılığını sürekli azdırmalı ve lüks tüketim yaygınlaştırılmalı
16. Beynelmilel (uluslararası
meseleler ihdas ederek, milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli, savaşlar çıkartılmalı
17- Milletlerin mukaddesatını, tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine teslim ettirmeli, hainler iktidara taşınmalı
18. Bütün hükümet şekillerini değiştirmeli, devlet sırlarını ifşa edip açığa çıkarmalı,
19. Meşru hükümet tarzlarından, gizli bir istibdada gitmeli, buna demokrasi kılıfı takılmalı
20. Siyasî, iktisadî buhranlar oluşturulmalı,
21. Millî istikrarı bozmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı,
22. Hükümetlerin ölümlerini hazırlamalı, insanlığı elem, ıztırap ve yoksulluk içine atmalı.
Bu ve buna benzer siyonist merkezli ve masonik fitne fesat girişimleri karşısında ilk yapılacak iş, halkımızı bu tehlikeye karşı bilinçlendirmek, insanımıza fikrî ve mânevî bir bağışıklık kazandırmak olmalıdır.
Gözüken odur ki, karşımızda, çok kurnaz, kılı kırk yaran, çok tecrübeli fitne fesat çıkarmakta profesyonelleşmiş, adeta bu yıkıcılığın ilmini yapmış bir Siyonist şebeke vardır.
Bunlar, hem terörü çıkarmakta, hem terörist yetiştirmekte, hem fikir planında ve hem de eylem planında başarılı olmuş, adeta feleğin çemberinden geçmiş bulunuyorlar.
PKK gibi cahillerden oluşan bir kadro karşısında bile, bu yalnız silâhlı mücadele ile yetinmek mümkün değildir. Başka tedbirler de alınmalıdır diyoruz. Ama çıkardıkları fitne fesat, bilhassa Ortadoğu'da mevcud otuz İslâm ülkesinin siyasî haritasının değiştirilmesine sebebiyet verecek boyutlara erişmiş olan Siyonist istilâsı ve işgali karşısında başkaca hiçbir tedbir alınmasını düşünmeyecek derecede gafil ve hazırlıksız bırakılıyoruz.
İsrail kurulduğu günden beri Ortadoğu, asla huzur ve rahat yüzü görmedi. Şimdi bu yetmiyormuş gibi bir de başımıza Kuzey Irak'ta ikinci İsrail belâsı ile mücadele problemi çıkarıldı.
Evet maalesef bu konuda tamamen hazırlıksız yakalandık. Bu işin uzmanlarını harekete geçirmeli, topyekûn halkımızı, münevverimizi eğitmeliyiz. Zira en tehlikeli hasım, sûreti haktan görünen hasımdır. Kurt olduğu halde kuzu postuna bürünmesini bilen rakiptir.
Görüldüğü gibi bu protokolün, 22 hükmü, halen üzerimizde uygulanıyor. Toplumumuzun, devletimizin manevî ve maddî bünyesi, sürekli olarak kemirilmektedir, yıpratılmaktadır.
Silkinmeliyiz, uyanmalıyız, yetkililer dahil herkesi uyarmalıyız. Gecikmeden gereken önlemleri almalıyız...
Suavi Kemal, yanıtlarını da içinde barındıran şu soruları yöneltiyordu:
"Nedir II. Abdülhamit'i bu denli tartışma odağı yapan? "Kızıl Sultan" ve "Ulu Hakan" gibi iki uç isimle anılan II. Abdülhamit, komplekslerle, reddiyelerle, kopuşlarla malul yakın tarihimizin kördüğüm noktalarından biridir. II. Abdülhamit dönemini değerlendirmek tahta oturulduğu günle başlayan ve tahttan indirildiği günle nihayet bulan bir dönemi analiz etmekle halledilebilecek bir iş değildir. Çünkü yakın tarihin üç tarzı siyasetin yani ‘İslamcılık', ‘Batıcılık' ve "Türkçülük" bir şekilde ya hesaplaşmak ya da kendini tanımlamak için onu referans alma zorunda kalmıştır. Turgut Özal'dan önce bu topraklarda en çok karikatürü çizilen devlet adamı olan II. Abdülhamit, 33 yıllık saltanatı boyunca II. Abdülhamit (1876-1909) 1876'da 250 olan Rüştiye'yi 600'e, 5 idadi 104'e, 200 kadar olan iptidaiye (yeni usûl ilkokul) yaklaşık 9 bine, 1 tane Darû'l Muallimun (öğretmen okulu) 32'ye yükselterek ve 10 bin kadar eski usûl sıbyan mektebini ıslah ettirip yeni usûle çevirterek cumhuriyeti ilan eden kuşağın yetişmesinde büyük ölçüde etkili olmuştur. Mülkiye, Tıbbiye, Maliye, Hukuk, Ticaret, Mühendislik, Baytar mektepleri de buna ilave edince sonraki kuşaklar üzerindeki etkisi daha netlikle anlaşılabilir. Bütün bu okullar kendi sahalarında ‘batı'yı referans alan birer kültür ve fen eğitim kurumu olmalarının ötesinde "memleketi nasıl kurtaralım?" sorusuna kendince cevap arayıp harekete geçen Jön Türklerin, İttihatçıların ilk nüvelerinin görüldüğü ve serpilip büyüdükleri birer siyasi hareket yuvası olmuştur. Söz konusu okullardan yetişen kimselerin II. Abdülhamit'i yegâne hasım olarak görmeleri ve iktidara geldiklerinde onun kurduğu her şeyi tasfiye etmiş olmaları da şaşırtıcı değildir. Çünkü söz konusu kuşağın reddettiği devasa miras, bütün veçheleri ve cepheleriyle II. Abdülhamit ve icraatı etrafında somutlaştırmak mümkündür. İşte bu kuşağın II. Abdülhamit sonrasını görüp insafa gelen iki mensubu daha sonra nedametlerini şu sözlerle ifade etmişlerdi.
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasî Padişahına...
Rıza Tevfik
Padişahım gelmemişken ya da biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz...
Süleyman Nazif
‘Hasta Adam'ın sağlam kafası
Batının ‘hasta adam' diye isimlendirmeye başladığı Osmanlı Devleti'ni paylaşmasının önündeki son büyük engeldir 34. padişah II. Abdülhamit. Tanzimat Fermanına tuğrasını bastıran ve yeniçeri ocağını kanlı bir operasyonla tarihe gömen II. Mahmut'un torunudur. Babası ise Abdülmecit Han, annesi ise bir Çerkez olan Tir-i Müjgan Sultan'dır. Karadağ ve Sırbistan'da savaş aleyhimize döndüğü, Bosna-Hersek ve Girit'te ayaklanmaların çıktığı ve mali kriz son haddine vardığı günlerde tahta çıktı ve 93 harbi bir felaket gibi ülkenin üstüne çöktü. Rus ordusunu İstanbul önlerine kadar getiren hezimette bir milyondan fazla Müslüman, Balkanlardan İstanbul'a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan Abdülhamit, ilk iş olarak o günkü koşularda devamına uygun görmediği Meclis-i Mebusan'ı kapattı (13 Şubat 187
ve o güne dek bir benzeri daha görülmemiş biçimde yetkileri kendi elinde toplayarak mutlak bir idare tesis etti. Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamit Han, Kıbrıs'ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahip oldu. Her ne kadar Osmanlı Devleti'nin bağrına bir hançer gibi sokulmuş olsa da Düyun-u Umumiye'yi akıllıca kullanması sayesinde iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Yunanlıların Girit'te isyan çıkarıp, Türkler arasında katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan'a harp ilan etti ve zamanın Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan'ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular. Bu zafer Osmanlı Devleti'nin son parlak başarılarından biri olarak tarihteki yerini aldı.
Makedonya'da örgütlenen İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri beraberindekilerle ayaklanmaya başladılar. Bu isyanların daha da büyümesinden çekinen Sultan İkinci Abdülhamit, Meşrutiyeti ikinci kez ilan etmesi Osmanlı Devleti için tam anlamıyla son bir viraj oldu. (23 Temmuz 190
. Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra çeşitli gruplar arasında çekişmeler ve tartışmalar başlamıştı. Meşrutiyete karşı olanlar avcı taburları ile birleşerek İstanbul'da büyük bir isyan başlattı. Selanik'ten gelen Hareket Ordusu bu isyanı bastırdı. Tarihimize 31 Mart vakası olarak geçen bu olaydan sonra İttihat ve Terakki Partisi daha da güçlendi ve bu olayı bahane ederek Sultan İkinci Abdülhamit'i tahttan indirdi ve Sultan İkinci Abdülhamit'in yerine Sultan V. Mehmet Reşat padişah oldu.
Mirasına sahip çıkılsaydı, Ülkemizi ve bölgemizi neler bekliyordu?
II. Abdülhamit'in bugün Ortadoğu'nun her an savaşan iki bölgesi hakkındaki ileri görüşlüğü de dikkate değerdir. Kuzey Irak petrollerinin kazanacağı değeri fark eden ve Siyonistlerin Filistin'deki emellerini saltanatı süresince engelleyen II. Abdülhamit; o bölgede edindiği şahsi malları ile daha sonraki kuşakların eline önemli kozlar vermiş ama bu kozlar bir şekilde israf edilmiş ve bir anlamda hâlâ çözülemeyen Ortadoğu sorununun ilk kıvılcımlarının doğmasına da fırsat verilmiştir. Nitekim Filistin topraklarının 7'de 1'i, Musul petrolleri ve yeni sahalardaki sondaj hakları da II. Abdülhamit adına kayıtlıydı. İsviçre Federal Mahkemesi II. Abdülhamit'in Türkiye dışındaki emlakinin varislerine ait olduğuna hükmetti fakat Irak ve Yunanistan, Sultan Hamit'in emlaki üzerinde kendi ülkelerinde dava açılmasını yasakladı. Irak böyle bir dava açmaya kalkışanların vatan haini sayılacaklarına dair bir kanun yayımladı. İsrail sınırları içinde bulunan Yafa'da, mahkeme, Gazze'deki Sultan Hamit adına kayıtlı arazinin varislerine ait olduğuna karar vermesine karşılık bu davanın Filistin'in yedide biri için de emsal teşkil edeceği endişesine kapılan İngiltere, davayı Kudüs'te temyiz mahkemesine getirterek bozdurdu. Bu arada varislere makul bir tazminat karşılığında davalarından vazgeçme yolu da kapalı tutuldu. Lübnan böyle bir tazminata yanaştı, ancak daha sonra vazgeçti. Bir Yahudi tröst de Filistin'deki davalarından vazgeçmeleri karşılığında hanedan üyelerine tazminat teklif etti. Hanedan üyeleri ve onları temsil eden Kanadalı tröst teklifi geri çevirdi. Dava on bir yıl kadar sürdü. Son dava 1945'te Kudüs Temyiz Mahkemesi'nde kaybedildi. İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından 27 Nisan 1909'da tahttan indirilen Abdülhamit Han, Selanik'e gönderildi. Onun tahttan indirilmesinin üzerinden on yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçü elden gitmişti ve 10 Şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda vefat ederken 600 yıllık Devlet-i Ali de son nefesini vermek üzereydi. Abdülhamit Han'ın naşı Çemberlitaş'ta dedesi Sultan II. Mahmut'un türbesindedir. Alman birliğini kuran Prens Otto von Bismark'ın: "Dünyada yüz gram akıl varsa, bunun doksan gramı Abdülhamit Han'da, beş gramı bende, kalan beş gramı da diğer dünya siyasilerindedir" dediği rivayet olunur.